30 Eylül 2011 Cuma

Isınamama Mevsimim Hoşgeldin!


Isınamama mevsimim hoşgeldin!

Yaz bitiyor yavaş yavaş...Sonbahar rüzgarları hissettirmeye başladı kendini iyice...Son bir haftadır gece yatağıma yattığımda ürperip,sımsıkı sarılıyorum yorganıma...
Isınamıyorum bir türlü...Çünkü yazlık elbiselerimi,yazlık pijamalarımı giymekte ısrar ediyorum inatla...Sanki ben hırka giymezsem kış gelmeyecekmiş gibi...

Çok özeniyorum böyle her durumda mutlu olabilme becerisine sahip olan insanlara...Pollyanna gibi yaşayabilen insanlar var...Biliyorum...
Ama ben bir türlü beceremiyorum...

Ben cuma gününden pazartesi sendromu yaşayabilecek kadar zindan edebiliyorum kendime hayatı...
Ya da senelik iznime çıkmadan biteceği stresine kapılıveriyorum...

Mevsim geçişleri de aynı ızdırap bana işte...Daha mayıs ayında güneş yüzünü yeni yeni gösterirken ben kasım ayı gelecek diye telaşa kapılıyor,bütün yaz yapılmak üzere binbir planlar kurup,yapamadıklarıma üzülüyorum...

Bu yaz açıkhava konserine gidecektim güya...Gidemedim...

İstanbul'un en sevdiğim yeri Büyük Ada'ya gidecek,şöyle keyifle sahilde midye yiyip,buz gibi bira içecektim martılarla birlikte,sonra şöyle bi küçük tur atacaktım Ada'nın en yakışıklı atlarıyla...Yapamadım...

Asmalımescit'e gidip arkadaşlarla içip,sohbet edecektim...Edemedim...

Yapamadığım planlar silsilesi ile geçti koca yaz...

Bütün yaz hafta içi Bağdat Caddesi hafta sonları yazlık tatiliyle geçti...

Yazlık tatili dediğinde tatil olmaktan çıkmış bir durumdur elbette...O havuz o sahil hep orada olduğundan, üşenir havuza bile inmezsin,bahçede balkonda geçer bütün günün...miskin miskin...Dur şunu yapalım ineriz,dur öğlen yemek yiyelim ineriz,dur yan komşular geldi ineriz,dur öyle dur böyle derken bir bakarsın pazar akşamı oluvermiş bile...Kendini yolda buluverirsin...

Bu yaz içime sinen tek eylemim,dilediğim kadar çok kitap okumam oldu...Her biri de ayrı ayrı etkiledi beni...
Bir de çok keyifli Cunda tatili...
Şimdi üşüdükçe...kendimi o sahilde güneşlenirken hayal edip biraz olsun ısınmaya çalışıyorum...beyin gücümle...

Hadi çarçabuk geçsin kış...Çok üşütmesin beni...Güneş ısıtmasada göstersin kendini...

29 Eylül 2011 Perşembe

Durum Bildirimi...




Yorumlarda çok soruluyor...Keyfin mi yok senin diye...Keyifsiz yazmışsın diye...

Dedim bir durum bildirimi yapayım ben iyisimi...

Keyfim yerinde...Herşey yolunda gidiyor çok şükür...

Babam hastaneden çıktı,evde bir buçuk ay kadar karantinada kaldı...Bağışıklık sistemi ve kan değerleri olması gereken duruma yaklaştı ve şimdi artık bizimle birlikte...Maskesiyle dışarı çıkabiliyor...Ona hala sarılamıyoruz yalnızca ensesinden öpebiliyoruz ya da ellerinden kollarından ama neticede ona dokunabiliyor...Hissedebiliyoruz...Çok şükür...

Morali çok yerinde...Allah bozmasın...Bu moral ve metaneti sayesinde atlatacak inşallah bu hastalığı...O her durumda mutlu olmayı becerebilen biri,kızı ona çekememiş de olsa...

Anneciğimde evinde çok mutlu o da babamla birlikte bir buçuk ay evde kapalı da kalsa neticede evinde işte...

Sevgiliyle aramız maşallah çok iyi...İşleri çok yoğun olduğu için çok kısıtlı görüşebiliyoruz...Ama beni 5 dk için bile her gün görmeye gelmesi çok mutlu ediyor beni...Gecenin ikisinde işten gelip,bana kapıdan uğrayıp,şöyle sıkı sıkı sarılıp gidiyor eve...Yerim onu ben :)

Hafta sonları acısını çıkarıyoruz işte...

Sevgili'nin ablası ve yeğeni İstanbul'da...Arda kuzumuz 7. ayında ve çoook şeker şu anda...Herşeye gülen...Herkesi seven...Çok sempatik bir bebek...Onunla oynamak dünyanın en keyifli şeyi kesinlikle...Bütün gün elimde balonla ona maymunluklar yapacak kadar çok seviyorum onu...

Geçen cumartesi Arda kuzumuzu annesinin,dayısının ve yengesinin büyüdüğü Bağdat Caddesi'ne götürdük...Arda Bey'de pek sevdi...Hele Jerfi'nin bahçesinde çok keyiflendi...7 aylık bir bebeğin kahkahası şu hayatta işitilebilecek en keyifli ses kesinlikle...

Ama Robert's Cafe 'de ki halimiz gerçekten görülmeye değerdi...Tam 4 masa değiştirdik Arda Bey yüzünden...7 aylık 10 kiloluk bir canlı koca insanları nasıl parmağında oynatıyor...Şaşılacak şey...İlk masanın yanında Black içen birileri vardı,dumanı kokusu beni bile çok rahatsız etti,Arda'nın huysuzlanması çok normal...İkinci masada bebek arabası,mama sandalyesi derken biz geçişi engelledik...Kalkmak zorunda kaldık...Üçüncü masada tam çok mutluyken Arda'nın uykusu geldi...Huysuzlandı...Büyük çabalar sonucu kendisini uyuttuk...Ve dördüncu masamıza teşrif ettik...Dördüncü mekanımız bahçenin sonunda ki oturma grubuydu...Baya baya yerleştik oraya...

Pazar günü sevgili'nin işyerine gittik...Sevgili tekstilci...Sezonları açıldı ya...Sabah akşam gece pazar demeden çalışıyorlar...Öyle ki bizde çalışanlara yardıma gittik...Ben etiketleri hazırladım...Hani o aldığımız kıyafetlerde bir savurma hareketiyle söküp attığımız etiketler var ya...işte onlar...Onları hazırlamak bile ne emekmiş...Yaşadım gördüm...

Büyük patron olarak =) gidip olaya el koydum...Sistemi kurdum...Bir grup makinelerde dikiyor,dikilip kontrol edilenler ütüye gidiyor...Ütüden çıkan mallar önce bana geliyor...Ben hazırladığım etiketleri takıyorum...Sonra ben katlaması için bir başkasına veriyorum ve en son katlanan model barkodlanıp,paketlenmek üzere sevgilimin ellerine ulaşıyor...

Modelleri çok beğendim...Sevgili , Rus'lara mal yaptığından bu zamana kadar yaptığı tüm modeller bende kaçıp uzaklaşma isteği yaratmıştı...O kadar allı pullu ki Rus'ların istediği modeller...İnsanın gözünü alıyor resmen...Her yerde taş,incik,boncuk...Tüm modeller daracık...Bana Small diye getirdiği bluzlere neredeyse kafam zor sığıyor...İnce millet vesselam...Ama bu son modellerin kalıpları da çok güzeldi kesinlikle...Sevgilinin tasarımcısını tebrik ettim bol bol...


Benim işe gelince...İş yeri her zaman ki gibi...Bazen çok sıkıcı bazen çok keyifli...Keyfim olursa bütün günü havuz başında onunla bununla sohbet ederek geçiriyorum,keyfim yoksa ofisimde odama kapanıp,kendimi işe veriyorum...

İşte böyle sevgili dostlar...
Kısa bir durum değerlendirmesinden sonra...Söyleyebilirim ki...
Hayat güzel gidiyor...Çok şükür...

26 Eylül 2011 Pazartesi

Lüksler Mimi...

Hayat aynı hızla devam ediyor hala...

Ne yaptığımı bilemez bir halde...Robot misali hergün aynı eylemler...Uyan,duşa gir,giyin,makyaj yap işe git...Bütün bir gün boyunca iş yerinde vakit geçirmeye çabala...Vakit geçsin diye olur olmaz işler yarat...Akşam olunca eve git...Yemek hazırla...Yemek ye...TV izle...uyu...

Çocukken hayalini kurduğum hayat bu değildi elbette...Bende her çocuk gibi o yaşlarda büyük hayaller kuruyor...Her gece büyüyeceğim güne biraz daha yaklaşma hevesiyle uyuyordum...

Büyümek o zaman...Benim için en büyük amaçtı belki de...Karar alma...Bağımsız olma hakkına erişmekti...Büyümek...
Kurallarını kendimin belirleyeceği bir hayat yaşayacağımı sanıyordum elbette...O zamanlar hayatın kendine has kuralları olduğundan bihaber...

Mecburiyetlerle geçiyor bir insanın ömrü...Çocukluğu ailesinin yarattığı mecburi eylemler eşliğinde...Büyüdükçe okulun ve eğitim hayatının yarattığı zorunluluklar...Sonrasında geçinmek için kabul ettiğimiz zorunluluklar...

Aykırı olmak...İmkansız kadar zor...Olabilen cesur insanlar elbette var...Ama onlar ve hayatları benim için çoğu zaman ütopik...

Çünkü hem dilediğimce bir hayat yaşayabilmek için gereksinim duyduğum  mali ihtiyaçlar var,hemde kimseye minnet etmeyecek bir karakter...

Büyük bir çelişki gibi görünsede aslında sonu belli bir seçim...Eğer maddi durumunun iyi olmasını istiyorsan,eğer kimseden bir kuruş almam ben diyorsan...Hayalini kurduğun o kendi kurallarınla yaşam hakkını çoktan işvereninin eline sunmuş bulunuyorsun...

Yine hayatında senin yerine sana biçilmiş bir kimlik içine giriveriyorsun...

Sevgili emel tam da bunları düşündüğüm bir anda sormuş;  "Görünen o ki şu zamanda hayat kimseye öyle lüksler tanımıyo....Sahi sizin en büyük lüksünüz nedir?? Benim mi??" diye
Düşündüm uzun uzun kendime biçtiğim bu hayatta,mecburiyetlerimin dışında bu da benim hayatım, yapacağım dediğim,kendime tanıdığım lüks nedir acaba diye...

Sanırım kendim için tanıdığım en büyük lüks üniversite'ye başladığımdan beri ailemden ayrı yaşıyor olmam...Henüz çocukluk yıllarımda aldığım bir karardı...Ve uygulamaya geçirebildiğim nadir hayallerimden biridir...Yalnız yaşamak...

Yapı meselesi olabilir bu...kimileri için sıkıcı görünebilir...Ama benim için nefes almak kadar değerlidir...Akşam evimle başbaşa kalmak...Evin sessizliğini dinlemek en büyük terapilerimdendir...Kendimle kalmaya ihtiyaç duyan bir ikizler burcuyum ben...Belki içimdeki kalabalık yüzündendir...Evimde yalnız kalma isteğim...Kim bilir?

Diğer lükslerimden biri...Bir çok kişi için,özellikle annem ve ailem için fuzuli masrafların başında gelen taksi kullanma özelliğimdir...Toplu taşıma araçlarını kullanmaktan hoşlanmadığım için,geçen yıla kadar kendi aracımın da olması ve o rahatlığa fazlasıyla alışmamdan kaynaklı oluşan, taksi kullanım alışkanlığım vardır ki bu lüksüm zaman zaman bana ayda 1000-1500 liraya mal olabiliyor...

Kitap ve DVD arşivim en kıymetli lükslerimden biridir kesinlikle...Evimin her yanı kitap ve dvd dolmuş olsa bile birini dahi birine vermeye kıyamacak kadar kıymetlidir hemde...

Sevgiliyle birlikte olduğumuz her an,tamamen ona adanmış olduğundan kesinlikle o da lükslerimden biridir...

Ve tabii bir de sabah uykularım,her sabah saat 9'a kadar uyumam en büyük lüskümdür kesinlikle...bu zamana kadar çalıştığım her iş yerine bu şartımı kabul ettirebilmiş ,mesai saatimi saat 10:00 'da başlatmışımdır... Şanslıyım sanırım...

İşte aklıma gelenler bunlar ilk etapta...

Kalıplarla yaşıyor olsak da...İnsanız ne de olsa...Bazı zamanlar egolarımızın elinde kalmış birer oyuncak...

17 Eylül 2011 Cumartesi

...

Olsun istersin…
Hatta olsun diye yapılması gerekenden daha da fazla üstelersin. ...
Aşktır ; değer verirsin ödün verirsin sevgiden de öte saygı gösterirsin olmayacak kaç şey varsa bir araya bile getirirsin…
Bakarsın ne anlattığını anlayabilmiş (?) ne de çözüm için bi’şeyler yapma gayretinde.
Sonra olayın içinden kendini çıkartır şöyle karşıdan yaptıklarına bir bakarsın… Bakarsın ki her şey başladığın gibi!
Olmuyorsa olmuyordur!


Zorlamayacaksın...

demiş Can Baba...

Ne de güzel söylemiş...Aşk iki kalbin durmaksızın savaşması aslında...Sandığımız kadar naif değil ne yazık ki...Acısız olmuyor...Acısız yaşanmıyor...Bence hiç acı çekmedim diyen insan hiç aşık olmamıştır...

İnsan hayatı boyunca hiçbirşey biriktiremediyse bile farkında olmadan bir sürü hayal kırıklığı biriktiriyor avucunun içinde...
Hayal kırıklıklarına ağlıyor aslında birisi çekip gittiğinde...

13 Eylül 2011 Salı

Büyümek Evlenmektir Belki de...


Büyümek; Yıllar önce sana balkondan domates atan o haşarı erkek çocuğunun yanında dünyalar güzeli bir kızla elele nikah memuruna EVET deyişine tanık olmaktır...

Hafta sonu iki düğün vardı...İki erkeğin düğünü...

Biri doğduğu günden beri tanıdığım...Aynı beşiklerde sallandığım...Aramızda 40 gün olan Batuhan'ın düğünüydü...
Birlikte büyüdük ilk ergenlik yıllarına kadar...Sonra farklı ortamlar, farklı arkadaşlar girince hayatımıza kopuverdik beşik arkadaşımla...Aile ziyaretlerinde hep yahu bir görüşemedik gitti ile başlayan pişmanlık dolu cümleler kurduk onlarca defa...Ama işte düğününe kadar da gerçekten hiç görüşemedik...

İnsan tulumuyla hatırladığı birini damatlık içinde görünce büyümüşüz demekten alıkoyamıyor kendini...

Batuhan'ın annesi annemin en yakın arkadaşı...Sema Teyze...Eşlerinin ismi aynı...40 gün arayla tanışmışlar eşleriyle...40 gün arayla evlenmişler...40 gün arayla ilk çocuklarını kucaklarına almışlar...40 gün arayla eşlerinin kanser olduğu haberini aldılar...Ama Metin amca erken veda etti...Sema Teyzeye...

Onları hatırlıyorum da...

Biz küçüktük...Onlar çok gençti...Henüz 25 yaşlarındaydılar biz 5 yaşındayken...Biz Batuhan'la ortalıkta koşuşturup oynerken,onlarda kendi aralarında oyunlar oynardı...İsim şehir oynarlardı...Kavga eder,kapışırlardı...Babam olmayan hayvanlar ve olmayan ülkeler sıralardı...Onlar itiraz ederdi...Ama sonunda hep babam puanı kapardı...
Sonra askerdeyken babamların annemlere gönderdiği aşk mektuplarını açar okurlardı...Kıkırdarlardı...
Erkekler maç izlerdi...Annemle Sema teyze kendilerine makyaj denemeleri yaparlardı...Yeniyetme kız çocukları gibi takıp takıştırır...Birlikte kıkırdarlardı...

O zamanlar durumları iyi değildi bu kadar...Ama hiç olmadıkları kadar mutlulardı...Herşeyden önemlisi umutlulardı...

Gerçek bir aşkla birbirlerine bağlılardı...Öyle ki annem bana hamileyken çöp şiş aşerip,lavaşın içine zeytin kekik pul biber ekleyip,çöp şiş niyetine yiyecek kadar aşıklardı...

Biz de çocuktuk...Onlar da...
Biz de mutluyduk...Onlar da...

Diğer düğün sahibi...Benim çocukluğumun geçtiği...Karanfil Sokak'tan arkadaşım...5 yaşımda tanışmıştım onunla...O zamanlar 5 yaşındaki çocuklar oyun gruplarında,anaokullarında değil,apartmanlarının bahçelerinde oynarlardı...Doyasıya...

Bir öğretmen eşlik etmez...Kendileri tanışır,kaynaşır,oyunlar yaratır,kendileri düşer yine kendileri kalkarlardı...

5 yaşımdan bu yana...Aynı mahallenin çocuklarıyız biz...Çoğumuz oradan taşınmış olsak da...Hala bizim mahalle deriz o eski sokak ağzıyla...

Başka mahalleden gelen çocukları döverdik hepbirlikte...Aynı alanda kızlı erkekli maç yapardık...Tilki Tilki saatin kaç oynardık...Kaşıntı tozu yapar...Savaşırdık...Bisikletlerimizle yakalamaç oynardık...Sonra kukalı saklambaç elbette...Renkli istop vardı bir de,istop'un stop'tan geldiğini bile bilmezdik o kadar küçüktük işte...
Ortada sıçan oynardık...Bahçede ki çardağı uzay gemisi sanıp,uzaylılarla savaşırdık...Yaralanırdık...Her yaz tatili birimizden biri hastaneye kaldırılır,ya dikişiyle ya alçısıyla aramıza döner...O yazın en fiyakalı çocuğu olurdu...
Misket oynardık...Mızıkçılık yapardık...Kaybettiğimiz bir misket uğruna saatlerce oturur ağlardık...Balkonlarımızdan birbirimize domates atardık...

İşte o çocuklar büyüdü şimdi...O zamanlar Tarkan mı ünlü olacak Tayun mu diye tartıştığımız,çizgi film karakterleri uğruna birbirimize girdiğimiz...Kimimiz Donatello'cu kimimiz Leonardo'cu lar şimdi oturup,çoluk çocuk sahibi olmaktan konuşuyoruz...
Şimdi birbirimizin düğünlerine şahit oluyoruz...Birbirimizi gelinlikle görüp,damatlıkla selamlıyoruz...

İşte böyle her geçen gün Büyüyoruz...

8 Eylül 2011 Perşembe

İskender...Elif Şafak...


Bazı kitapları okuyup bitirdiğimde...Kitabın kapağını yüreğimde sakladığım bir sırrı korumak istercesine kaparım...Narin ve kırılgandır bazı hikayeler...

Kendime gelmem saatler hatta belki günler alır...Kitabı bitirmek; çok sevdiğim insanları, hikayeleriyle birlikte ardımda bırakmışım hissi yaratır...
Sanki onlar bensiz yapamayacaklarmış gibi...Onları yüzüstü terketmişim gibi...Ağır bir sorumluluk oturur omuzlarıma tüm ağırlığıyla...

Şimdi o ne yapacak diyorum yine...

Oturduğum koltukta huzursuzca kıpırdanıyorum, bilgisayarla oyalanmayı deniyorum...Birbirinden alakasız onlarca site dolaşıyorum...Sırf biraz olsun kafamı dağıtabilmek adına...Olmuyor...

Hani tamam seviyorum başkalarının dertleriyle dertlenmeyi,kederlerini derinden hissetmeyi,paylaşmayı seviyorum sevmesine de...O bir roman karakteri işte...Bir kurgu...Bir hayal...

Neden üzülüyorsun ki bu kadar?

İskender'i düşünüyorum bugün de...Elif Şafak'ın İskerder'ini elbette...Pembe'nin sultanı, ilkgözağrısı İskender'ini...Yunus'la Esmanın abisi...Kate'in çocuğunun babası...

Kendime yakın hissedişim, törpülemeye çalıştığı hoyratlığındandır belki de...

ps. okumayı yazmayı seven,kelimelere aşık,içini yazarak dökmeyi becerebilen tüm blogger dostlarıma tavsiye ederim şiddetle...Elif Şafak İskender'i ...

6 Eylül 2011 Salı

Anneannemdir çocukluğum benim...


Dün gece rüyamda...

Çocukluğumu gördüm yine...Son günlerde sık sık benzer rüyaları görmekteyim...Geçmişe olan özlemimden mi kaynaklanıyor...Büyümenin vermiş olduğu yorgunluğu rüyalarımda bir nebze olsun unutmak istediğimden mi bilinmez...Ama kendimi o küçücük kız halimle gördüğümde hep aynı temizlik hissiyatı ve sonsuz bir huzur doluyor içime...
Tertemiz hiç kötülük bilmeyen...
Ne kimseye kötülük yapmış ne de kimseden kötülük görmüş minicik bir kız çocuğu...Minicik eteği üzerinde oradan oraya hiç yorulmadan koşuşturan...
Çocukluğumu düşündüğümde ağladığımı hatırlamıyorum hiç...
Küçük şımarıklıklar dışında...Canımı acıtan,üzüp kıran tek bir şey bile hatırlamıyorum...
Güzel bir çocukluk geçirmişim belli ki...

İlk çocuk,ilk torun,ilk yeğen olmanın yarattığı şanstır belki de...

29 yaşıma geldim hala tüm aile bireyleri beni ilkgözağrım diye sever...Şanslıyım o konuda...Teyzem ve dayım kendi çocukları olmasına rağmen onların yanında bile benim yerimin ayrı olduğunu söylemekten çekinmez...
Hatta geçenlerde dayım anneanneme sitem etmiş benimle ilgili...Aramıyor sormuyor diye,kendi kızım aramasa bu kadar üzülmem ama çenebaz başka diyormuş...Ne dese haklı günün koşuşturması içinde ihmal ediyorum onları,biliyorum bir gün çok pişman olacağım...Keşkelerle dolu bir sürü cümle kuracağım...Ama napalım...Hayatın düzeni böyle sanırım...
Küçüklüğüm annemin tarafına daha yakın geçti belki bir çok çocuğun olduğu gibi...Hayatım anneannem,dedem,teyzem ve dayım üzerine kuruluydu...Öyle ki annemlerle kalmaktan daha çok severdim anneannemde kalmayı,dedemle anneannemin koynunda uyumayı...Hatta anneannemin kızı olduğuma inanırdım herkesi de inandırmaya çalışırdım...Anneannem doğurdu beni diye :))

Ne de olsa anne otoriter,o evde kurallar var...

Mesela annem kesinlikle ayağında sallamamış beni uyutmak için,alıştırma dermiş anneanneme'de...Ama anneanne kıyabilir mi...Bıkmadan usanmadan sallardı...Uyumayacağımı bile bile...Sırf ben seviyorum diye...Söyleme anneye...Sırrımız derdi...
Sonra annemlerde kesinlikle anne ve babayla birlikte uyunmazdı,herkes kendi yatağında yatacaktı...Geceleri kabus görürsem eğer, annem başucuma gelir,sabaha kadar elimi tutardı sandalye tepesinde ama asla ne beni yanına alırdı ne de kendi yanıma yatardı...
İlkokula başlayana kadar mutlaka öğle uykusuna yatılacaktı,akşam saat sekizde yatakta olunacak,yarım saat masal dinleyip uyunacaktı...
Her istediğimde kucağa alınmayacak...
İstediğim kıyafetle uyunmayacak...
Abur cubur yenmeyecek...
Kola kesinlikle içilmeyecek...
Her gün mutlaka bir öğün sebze yenilecekti...

Kurallar listesi uzar gider böyle...

Ama anneannemler öyle miydi?

Ne istesem cümlemin sonu gelmeden yapılmış olurdu...Uyku gözümden aksada eğer uyumak istemiyorsam zorla uyutulmazdım,dayımın kucağında yatar saatlerce sırtımı kaşıtırdım...Teyzemle odasına girer,istediğim her ayakkabısını,elbisesini,aksesuarını takar takıştırır sonra oyunlar oynardık...Anneannemle bütün evi bisküvi kırıntısı yapmam,bütün elbiselerim ve ağzım burnumu çikolataya bulamam pahasına mozaik pasta yapardık...Sevmediğim bir yemek olduğunda asker emeklisi dedem(ki kendisi çocuklarına yemedikleri bir yemek olduğunda 1 hafta zorla her akşam onu yedirirmiş) 'in tek göz hareketiyle kalkılır benim için yeni yemek yapılırdı...Sabah kahvaltılarında anneannem erkenden kalkar sosyete tabiriyle waffle annemin tabiriyle krep ama anneannemin tabiriyle akıtma yapardı...Ne çok severdim...İçine reçel sürüp yemeyi...En sevdiğim kahvaltıydı...
Sonra anneannemle ne çok gezerdik biz...Bostancı'da otururlardı hala da o evde otururlar...Benim doğup büyüdüğüm evde...Şu dünya'da benim için en değerli EV'de...Birlikte atlardık vapura kah adalara kah avrupa yakasına gezer dururduk birlikte...Ne çok eğlenirdik onunla...

Bütün çocukluk resimlerimde anneannemin kucağında,burnumu gıdısına sokmuş...Onu koklar vaziyetteyim...Hayatta özlediğim tek koku anneannemin kokusudur...Ve özlemeyi bildiğim tek kişi anneannemdir...

5 Eylül 2011 Pazartesi

Şanslıyız Vesselam...



Merhaba sevgili bilog...

Çok güzel dolu dolu 9 günlük bir tatilden sonra,işte bugün işbaşı yapmış bulunmaktayım...İtiraf etmeliyim ki o harika tatilden sonra;işyerinde odam,masam,bilgisayarım hiçbişey sevimli gelmedi gözüme...Aklım hala bıraktğım evimde...

Cumartesi günü dört arkadaş Ayvalık'a gittik...Çok eğlenceli bir yolculuk geçirdik...Bol kahkaha...Bol muhabbet eşliğinde...Yol da her gördüğümüz yerde durup yemek yedik ,çay içtik,fotoğraf çektirdik...
Hele Balıkersir taraflarında bir yerde bir sac kavurma yedik ki...Hmm tadı hala damağımda...Domateslerin lezzeti ve kokusu unutulur gibi değildi...

Dura oyalana 9 saatlik bir yolculuktan sonra Ayvalık Sarımsaklı'ya ulaşabildik sonunda...Cıvıl cıvıl insanlar...Pırıl pırı bir deniz...Ve mis gibi bir koku...

Tuttuğumuz apart dairede gayet keyifli 5 gün geçirdik...Cunda'ya , Şeytan Sofrasına ve daha bir sürü yere gittik...Hepsinde çok eğlendik...

Kendi sahilimizde güneşlendiğimiz günlerde ki bu topu topu 2 gündü zaten onun dışında hep gezdik...Deniz bisikleti kiralayıp açıktan girdik denize...Sessiz sakin...Denizin ortasında kulağımıza gelen tek ses...Bizim seslerimiz...Sustuğumuz anlarda soluk alıp verişlerimizi dinleyecek kadar sessiz,sakin,huzur dolu...

Çocuklar gibi şen...Bisiklet'ten denize çeşit çeşit atlama deneyişleri...Balık atlamalar,Ters balık denemeleri, Bombalamalar...Her atlamanın tek bir ortak noktası var...Kahkalarla gülmek...Atlarken ve hatta sudayken bile...

Elimizde her daim iki koca çanta birinde kitaplar,havlular,telefonlar,sigaralar diğerinde tıka basa abur cuburlar,meşrubatlar...Her gittiğimiz yerde bizimle birlikteler...

Ayvalık'ın meşhur kavun içinde sakızlı dondurması var bir de...unutulmazların içinde...Çocuklar gibi döke saça akıta yalaya yediğimiz...Mis gibi sakız kokusunu içimize çekip,çocukluğumuza gittiğimiz...

Balkon sohbetlerimiz var...Kahkahalarımızın bütün oteli doldurduğu...Otel sakinlerinin gıptayla izlediği...Bazen sabahın ilk ışıklarına kadar süren...Ama hepsi neşeli hepsi eğlenceli...

Beylerin bize hazırladığı sabah kahvaltıları...

Güneşlenirken,sohbet ederken,kitap okurken hep bize eşlik eden müziklerimiz birde...Telefonlarımızdan dinlediğimiz...

Tekne turu var elbette...Belki de tatil boyunca en çok eğlendiğimiz...Bir gün içinde kapkara olduğumuz... Harika koylar... Mis gibi bir deniz...Teknenin arkasındaki kaydıraktan denize çığlıklar eşliğinde kayışlarımız,tekneden atlayışlarımız...Harcadığımız enerji karşılığında hakettiğimiz koskoca bir tepsi balık kocaman bir salata...

Cunda gecesi var birde...İnanılmaz kalabalıkda olsa...Yok mu o denizin kokusu...Rakı'nın anasonu...Balığın ve her türlü mezenin lezzeti...Ve rakı sofrasında edilen muhabbetin keyfi...
Sevgiliyle kaçamak öpüşmeler...dokunuşlar...kare kare fotoğraflar...

Öyle keyifli bir tatildi ki çok sevilen iki dost ve pek değerli sevgiliyle birlikte yapılan...Her anın her dakikanın tadının damağımda kaldığı...

Şanslıyız vesselam...