30 Temmuz 2011 Cumartesi

Esas kız...Esas oğlan...8


"Aşkla huzur olur mu bir arada"

Huzur diyordu esas kız o anda hissettiği duygulara...

Son yılların yorgunluğunu unutmaktı belki de huzur sandığı...Kendini kollarına bıraktığı adamın sinesinde dinlenmekti,şöyle bir kaç dakika...
Sığınacak bir liman aramaz mı insan ne de olsa...

Hayat ona hiç bu kadar zor görünmemişti,kaderi onu bu yaşına kadar hiç hırpalamamıştı...Pamuklar içinde geçen çocukluğu artık tamamen bitmişti...Evlendiği gün o hissedercesine,biten çocukluğuna ağlamıştı işte...

Esas oğlanın kollarında evlendiği günü düşündü...

Bembeyaz gelinlik içinde,tüm sevdikleri yanında,herkes onunla birlikte en az onun kadar mutlu...Ve o hayalleriyle birlikte sevdiğinin elini tutup çıkmıştı,gelin yolundan ilerlerken yaprak gibi titrediğini hatırlıyordu...Tüm sevdikleri ayağa kalkmış o mutlu gencecik çifti deliler gibi alkışlıyordu...Yürüdüğü yollara güller dökülüyor,mumlar salına salına onlara eşlik ediyordu...Nikah masasına oturmuştu işte,elleri sevdiği adamın ellerine kenetlenmiş,yüzüne oturan kocaman gülücükle etrafına bakıyordu...

Annesiyle babasını izliyordu...Mutluluktan ağlıyorlardı...Küçücük kızları,ilkgözağrıları büyümüş,gelin olmuş,kurdukları yuvadan uçmaya hazırlanıyordu...

Belediye başkanı kıymıştı nikahını,çok mutlu olun emi diye tembihlemişti giderken,sakın üzme demişti kızımızı...

Nikah kıyıldığı anda denizden havayi fişekler patlamıştı,eline aldığı bordo defteri,sevdiğinin elini sımsıkı tutup havaya kaldırmıştı...Herkes ağlıyor...Herkes alkışlıyordu...

İlk şarkıları çalmıştı...Meleklerin sözü var diyordu şarkı ve onlar dans ediyordu...Son nefesimde elimi sen tutacaksın,son sözlerimi bir sen duyacaksın diyordu şarkı,esas kız sevdiğiyle eşlik ediyor,dans ederken birbirlerine söz veriyorlardı...

Esas kız o an ne hissettiğini düşünmeye çalıştı...

Heyecan?
Mutluluk?
Aşk?

Sonunda bulmuştu işte...Esas kız evlendiği günde tıpkı şu an esas oğlanın kollarında hissetiği huzuru hissetmiyor muydu?

Evet...

O da huzurdu...

Ama yalnızca üç ay sürmüştü...

27 Temmuz 2011 Çarşamba


Sevgili blog...

Böbrek taşı düşürmekteyim...
Çok mağdurum...
Orada sessiz sedasız yıllardır benimle yaşayan böbreğimin canımı bu kadar acıtabileceğini inan tahmin etmezdim...
Hadı gündüz biraz daha dayanılır oluyorda...
Hele bir de gece uykunun en tatlı yerinde seni zıplatarak uyandırmıyor mu...
Ardından 3-4 saat kıvran dur...
Duvarları yumrukladım hırsımdam...Görülmüş şey değil...
Neredeyse ağlayacaktım...
Hani yaşımdan başımdan utanmasam...

Doktor kardeş...
Yapacak bişey yok...
Bol su iç...
Ağrı kesici ve antiseptiğini kullan...
Yürü, yapabilirsen ip atla dedi...

Oldukça manasız baktım kendisine...

Doğrulamıyorum bile...
İki büklüm duruyorum karşısında...
Bana ip atlamaktan bahsediyor...
Süper zeka...

Can havli diye birşey var gerçekten...
Beni sedyede ultrasonla muayene etmeye çalışırken sağa sola çevirirken...
Can havliyle saldıracaktım kendisine...

Sonra veteriner hekimlik dönemimde...
Hayvancıkları muayene ederken onlarda bu hisle mi bize tıslayıp,hırlıyorlardı acaba diye düşündüm...
Bi parça vicdan azabı hissettim...

İnsanoğlunun en vahşi hayvan olabilceğine kanaat getirip,konuyu uzatmadan muayenehane'den attım kendimi dışarı...

İstanbul'un kavurucu sıcaklarıyla birlikte sıcak su dolu küvette damarlarımın ve kanallarımın açılıp,memnuniyetsiz taşımın düşmesini beklemekteyim sabırla...

Hadi bakalım...Yolu açık olur inşallah...

19 Temmuz 2011 Salı

Esas Kız...Esas Oğlan...7


...

Esas kız...
Yıllardan sonra başka bir erkeğin kolunu omuzlarında hissettiğinde heyecandan ölecekmiş gibi titredi...Suçluluk duygusuyla birlikte önüne geçemediği bir haz duyuyordu aslında...Yıllar sonra tekrar bir erkek onu heyecanlandırabilmişti...Ve erkeğin kolu yalnızca omuzuna değiyordu...

Aşık olmayı düşündü...Eğer esas oğlana aşık olursa,yine birine yenilmekten korktu...Korkuyordu çünkü aşk büyük bir zaaftı... Ve esas kız bunu çok iyi biliyordu...
Hayatında bir erkeğe yer olmadığını düşünerek ayrılma kararı almıştı oysa ki...Bir daha hayatının merkezinde bir erkek olmayacaktı...Bir daha bir erkek uğruna hiçbirşeyini feda etmeyecekti...Zaten rüzgara kapılmış bir yapraktan farkı yokken hayatının...Bir de yeni bir fırtınaya direnecek gücü yoktu...

Ama...

Başını omuzuna dayayıp,kendini güvende hissetmeye çok ihtiyacı vardı...Onu sarıp sarmalayacak,koruyup kollayacak ve yaralarını saracak bir erkeğe çok ihtiyacı vardı...Tekrar aşık olmaya,o genç kız heyecanlarına tekrar sahip olmaya çok ihtiyacı vardı...Ve kendini bıraktığı bu göğüs sanki hepsini içinde barındıyordu...Esas kız bunu ruhunun derinliklerinde içten içe hissediyordu...


Esas oğlan...

Hissettiği heyecana bırakmıştı kendini...30'lu yaşlarda bir erkek olarak yalnızca bir kadının omuzana dokunarak bu kadar heyecanlanabileceğini unutalı çok olmuştu...Ne de olsa artık her gittiği mekandan geceyi geçirecek bir kız bularak çıkmak adetten olmuştu...Bir kadını arzulayamadan sıkılması bir oluyordu...Ama bu defa kalbi,beyni heyecandan adeta uyuşmuştu...Kendi kendine tekrarlıyordu sürekli 10 yıl sonra...10 yıl sonra...Sonunda...İşte yanımda...

Konuşmuyorlardı...

Sanki biri konuşsa o an oracıkta bozulacaktı...Sanki herşey bir hayal olacaktı...

Esas oğlan nefes almadan,kıpırdaman duruyordu...Bu anın bitmemesini diliyordu...Omzunda hayalini kurduğu kızın başı,nefesini hissedecek kadar yakın...

Esas kız...gözlerini kapamış kendini huzurun kollarına bırakıvermişti...Artık mantığını dinlemek istemiyordu...Aklının içinde konuşup duran o kara dulu duymak görmek istemiyordu...Kendini içinde sakladığı o gencecik yeni yetme kızın ellerine bırakmıştı...

Esas oğlan korkakça fısıldadı...

Ne hissediyorsun? diye...

Esas kız cevapladı...

Huzur...

14 Temmuz 2011 Perşembe

Esas Kız...Esas Oğlan...6


Fayton ilerliyordu nazlı nazlı esen rüzgarı okşarcasına...

Esas Kız yine içine kapanmıştı,hesaplaşmaların içinde boğuluyor,korkularıyla başedemiyordu...Ama içinde ki o gencecik kız çocuğu onu cesaretlendirmek için elinden geleni yapıyordu...

Esas oğlan susuyordu...İçinden destanlar yazıyordu belki ama sesi çıkmıyordu...Çıkamıyordu...

Faytonların dinlendiği meydana geldiklerinde kendilerine geldiler,birbirlerine baktıklar...Ve gülümsediler...

Esas oğlan bir çırpıda atlayıverdi faytondan dönüp esas kıza uzattı ellerini,gözlerinin içinde ki sıcacık parıltılarla...Esas kız ağır ağır ,çekingen , yöneldi ona,elini tutmaktan bile çekinircesine...Korkuyordu çünkü o eller birbirine değerse eğer...
Uzun boylu esas oğlan esas kızı belinden kavrayıvermişti bile,tıpkı yıllar önce babasının kucağında hissettiği gibi ayaklarının yerden kesilmesiyle oluşan kontrolsüzlük hissi ama karşısındakine duyduğu sonsuz güven hissi ile birlikte bir kahkaha atıverdi esas kız esas oğlan onu hafif döndürerek yere indirirken...Esas kız bugün kendini uzun zamandır hissetmediği kadar genç,toy ve masum hissideyordu tıpkı babasının omuzlarında gezdiği günler gibi...

Elini uzattı esas oğlan...
Koluna girebildi esas kız...

Aya Yorgi'ye tırmandılar....

Dik bir yokuş,etrafı yalnızca ağaçlarla çevrili...Ortalıkta kimsecikler yok...Yokuşun sonu görünmüyor...Esas kızın gözleri korkuyla bakıyor,ümitsizlik sarıveriyor yine...Bu yokuşu çıkabileceğine inancı yok daha şimdiden tıkanıyor...Bronşit hastası çünkü doğa yürüyüşleri pek ona göre olmuyor...Bitki tozları zaten ciğerlerini tıkarken birde yokuş çıkabilmesi ona pek de mümkün görünmüyor...Acı çekmekten korkuyor...

Esas oğlan kolunda ki kızın endişeni hissediyor,ona dönüp yorulursan sana söz kucağımda götürürüm. bana güven diyor...Sonunda seni çok güzel bir sürpriz bekliyor...

Çocuklar gibi oyunlar oynayarak çıkıyorlar dik patikayı...Etrafına bakan esas kız ormandan ve ağaçtan başka hiçbirşey görmüyor...Esas oğlanla gülüşüyor,şakalaşıyor,arada bir köşeye elini dayayıp,bulduğu taşın üzerine oturup nefesleniyor...Akciğerlerinin ona acı vermeye başladığını hissediyor,göğsünden hırıltılar gelmeye başlıyor,soluk alışı giderek hızlanıyor...Ama esas oğlan'a baktığında tüm acıları diniyor...

Çok az kaldı diyor esas oğlan çok az...

Ve tepeyi aştıklarında karşılarında bir kilise...Adanın en üstünde en yüksek yerinde bir kilise...Aya Yorgi... Küçük ama sıcacık bir kilise...Kiliseden gözünü ayıran esas kız hayatının en güzel manzarasıyla karşılaşır Esas oğlan'ın heyecan dolu bakışları arasında...

Kiliseyi dolaşırlar önce,kısa bir kaç tarihi bilgi,esas oğlan adeta profosyönel bir turist rehberi...

Esas oğlan heyacanla koşmaya başlar manzaraya doğru uçurum kenarında bir kayalığın üzerine çıkar kollarını açar ve rüzgarı içine çeker...
Esas kıza döner ve haydii der...

Esas kız hayranlıkla bakarken esas oğlana kayanın üzerinde buluverir kendini...Bir rüyadadır sanki... Uçurumun kenarında bir kayanın üzerinde önlerinde masmavi deniz ve en sevdiği şehir İstanbul...

Esas oğlan oturuverir kayalığa,ayaklarını boşluğa sallandırarak,yanını işaret eder esas kıza hadi gel yanıma diyerek...Yanına ilişir esas kız üzerinden bir türlü atamadığı çekingenliğiyle...Susarlar...

Müzik hep onlarla hep yanlarında...

Müzik çalar...

Hüsnü Şenlendirici klarnetiyle İstanbul İstanbul olalı der...Esas Kız Başını Esas oğlanın omzuna dayar...Ve esas oğlan korkakca ve ilk kez bir kadına dokunurcasına heyecanla kolunu Esas Kızın omuzuna atar...

D.D.Y

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Vakit temizlik vaktidir...

Hani evlerde bahar temizliği yapılır ya...
Şöyle dip köşe temizlenir ev...
Mümkün olursa güzel bir badana boya yapılır...
Ev şöyle yazlık soft renklere boyatılır...
Evdeki aksesuarlar değiştirilir...

Ondan sonra bir ohh çekilir tertemiz,sadeleştirilmiş eve bakılıııır bakılııır...
İnsanın ruhu kalabalıklardan arınır...

Aynı temizleme eylemini zaman zaman hayatımda da yapmak isterim ben...

Hayatımıza bizim isteğimiz,bazen isteğimiz dışında bazen çevresel faktörlerle birlikte insanlar katılıyor günden güne...
Gittikçe kalabalıklaşıyor sosyal çevremiz...
Hele biraz da kaynaşık bir yapınız varsa...
Bir de bakıyorsunuz ki etrafınızda sonsuz kalabalıklar...

Her kafadan bir ses...

Bazen bu kalabalıklar içinde çok benden olanlar olsa da bazen benden kopanlarda oluyor işte...
Yada benim koparıp attıklarım...
Dönem dönem bu temizleme çalışmasına giriverir bu bünye...

Şimdilerde de bir kaç kişi var yine hayatımda olmasa da olur artık dediğim...

Beni yoran,inancımı ve samimiyetimi yitirdiğim...

Öyle yeni girmişde değiller üstelik hayatıma uzun zamandır hayatımdalar...
Belki dışarıdan çok yakın gibi görünen...
Ama içinde hiçbir samimiyet barındırmayan...
Yalnızca çıkarlar uğruna bugüne benimle birlikte gelen...

Tahammül edemiyorum ben...
Gözümün içine baka baka kendince pembe yalanlar sayanlara...
Kendini benden daha akıllı sananlara...
Küçük hesaplar yapanlara...
Paraya kıymet verenlere...
İşi düştü mü ağlaya ağlaya arayanlara...
Sonra kıçı kurtardı mı...
Aramamı duymazsa telefon açmaya tenezzül etmeyip...
Beni aramışsın diye mesaj atanlara...
Hesabı öderken kuruşu kuruşuna hesap paylaştıranlara...
Duygu sömürüsü ile beni kullandığını sananlara...

Tahammül edemiyorum artık...

Evimi sadeleştirdiğim gibi...
Şimdi hayatımı sadeleştirme vakti...


Not: Bloglara yorum yapamıyorum arkadaşlar sebebini anlayamadım ama yorumu yayınla dedikten sonra account seçerken beni sürekli giriş sayfasına yönlendiriyor sistem.Kimse küsmesin yani bana :((

12 Temmuz 2011 Salı

FENERBAHÇE(m) !!!

Burda hiç bahsettim mi bilmiyorum ama...
Ben babadan koyu bir fenerbahçe taraftarıyım...
Nadir görülen bir bayan alışkanlığı olarak tüm sezon fenerbahçe maçlarını izlerim...

Hemde büyük bir heyecan ve keyifle...

Evde izlemeyi sevmem çünkü tribün hissiyatını pek severim,hiç tanımadığım insanlarla aynı heyecanı ve sevinci paylaşmak çok keyif verir bana...
Birlik olma,biz olma hissiyatını sonuna kadar hissettirir...
Yıllar önce Denizli maçında yenilip,şampiyonluğu galatasaray'a kaptırdığımızda yanımda oturan hiç tanımadığım çocuğa sarılıp ağlamıştım hiç unutmam :)

Yani uzun lafın kısası klübüne gerçek bir sevgi ve saygı duyan,iyi gününde kötü gününde hep destekleyen bir taraftar olarak,son haftalarda yaşadığımız çirkinlikler oldukça sarsıcı oldu bizim için...

Ben körükörüne inanıp,şike yapılmadı diyenlerden değilim elbette...

Türk futbolunda yıllardan beri süregelen bir durumdur ŞİKE! Ve yalnızca Fenerbahçe yapmamıştır.Tüm spor klüpleri defalarca başvurmuştur çeşitli yollara...Futbolculara teşvik priminden tutun, anadolu takımlarının büyük kulüplere aleni maç satmalarına kadar bunların hepsi yıllar boyu yapılmıştır.

Evet ben;

Şike yoktur” demiyorum; aksine “Yıllardır olan şey niye şimdi ortaya çıkarılıyor” diye soruyorum ve ardından

 “Siyaseten zamanı geldi de ondan” diyorum.

Bu operasyon futbolu temizleme operasyonu değil, Aziz Yıldırım'ı başkanlıktan indirme operasyonudur.

İlk planları 2006 yılında başladı,bütün klüplerin ortaklaşa çalışmasıyla cirkefin dibine batarak engellendi şampiyonluk, amaç Aziz Yıldırım'ın istifa etmesiydi.ama olmadı.taraftarlar ve camia Aziz Yıldırım'a sahip çıktı.

hatta aziz yildirim dusmani Ali Şen bile son dakikada saf degisitirdi.
Aziz Başkana destek veriyorum ayakları yaptı...

100.yıla girilirken(yani 2006'daki kaçan şampiyonluğun ardından Aziz Yıldırım'ı yıkamadıklarını gördükleri zaman)basketbolda en büyük iki klüpten biri olan Ülker kapandı ve Fenerbahçe'ye %100 sponsor olup Fenerbahçe Ülker oldu...

Bir sonraki hamleyi 2008 yılında yaptılar,Hasan Doğan'ı federasyon başkanı yaptılar ama rahmetli oldu planlar yine bozuldu...

Ve 2009 yılı başkanlık seçimlerine gelelim Aziz Yıldırım yine kazandı hemde ezici bir farkla,ama bu sefer yönetim kurulunda iki isim dikkat çekti. Sayın başbakanın kadim dostu Cihan Kamer ve Kadir Topbaş'ın oğlu Hüseyin Topbaş.

Şimdi gelelim bugüne...

Bir pazar sabahı apar topar evinden alındı Aziz Yıldırım...Şike soruşturması kapsamında...Yıllardır demokratik yollarla elde edemedikleri yönetimi Aziz Yıldırım'ın başkanlığını düşürerek elde edebilmek adına...Ortada korkunç bir yandaş medya kirliliği var.Tıpkı Balyoz ve Ergenekon gibi halka gerçek hiçbir belge göstermeden hazırlanmış iddianameler var hemde yine aynı savcı tarafından ZEKERİYA ÖZ.

Bugüne kadar gördüğümüz yalnızca üç kişinin yanyana duran fotoğrafı...bunlardan başka iddiayı geçebilecek belge yok ortada kesinleşmiş bir suç yok ama Aziz Yıldırım'ın sanki cinayetten ya da tecavüzden hüküm giymişçesine medyaya dağıtılmış Emniyette çekilen 3 taraflı portresi var. Amaç belge olmadan kamuoyunu suçluluğa ikna etmek.

İçeride pazarlıklar sürüyordur mutlaka ya gel sen kendi isteğinle bırak o koltuğu ya da biz seve seve alırız mantığı...

He peki bu koltuk neden mi bu kadar değerli çünkü ortada milyon dolarlar değil milyar dolarlarla bahsedilen bir pasta payı var...Türkiye'nin ekonomik olarak en güçlü takımı var...Ortada gözü doymaz bir grup var ortada maalesef yine İmamın Ordusu var.

Sanmayın demek istediğim Aziz Yıldırım sütten çıkmış ak kaşıktır. O da eminim başkanlığı yüksek fenerbahçe sevdası için devam ettirmemektedir. Sorarım size kaçımız biliyorduk Aziz Yıldırım'ı Fenerbahçe başkanı olmadan önce...Evet ortada yine büyük bir pasta ve pastayı paylaşamayan aç insanlar var...

Ama o pastaya gönül vermiş milyonlar var...

100 yıllık bir tarihe yazık değil mi...
90 dk ter döken futbolculara yazık değilmi...
Takımımız uğruna döktüğümüz gözyaşlarına yazık değilmi...

Bu taraftara YAZIK DEĞİL Mİ?

D.D.Y


6 Temmuz 2011 Çarşamba

C.Y.K ve Hey gidi blog alemi heeyy...

Bu blog alemi enteresan bir yer doğrusu...
Hiç tanımadığımız onlarca insanın hayatını okuyoruz,onların hislerine ortak oluyoruz.
Kendimizde yorum yapma hakkı görüyoruz...
Belki bazen azarlıyoruz,bazen de uzaklardan hiç tanımadığı insanlar olarak manevi destek olmaya çabalıyoruz...
Bir kaç haftadır aklım hep C.Y.K 'da hiç görmedim kendisini,nasıl göründüğünü bile bilmiyorum...Belki gerçek hayatta tanışsak ya çok iyi arkadaş olacak,ya da birbirimizden hiç hoşlanmayacağız...Ama onu tanıdığım yerden,tanıdığım kadarıyla gerçekten samimi ve sıcak bulduğumdan olsa gerek,son günlerde yaşadıklarına onunla birlikte ortak oluverdim...
Belki yaşadıklarına yakın yaşanmışlıkların verdiği yakınlık...Belki geçmişden kalan o tanıdık hissiyatlardan olan yakınlık...
Sebebini bilmiyorum,bilmek de istemiyorum...
Ama gerçekten günlerdir onunla birlikte üzülüyor,ona güç vermesi için dua ediyorum...

Evlilik heyecanını okumaya hazırlanırken,trajik son hikayesine dönüşen hayatını izliyorum,hissetmeye çalışıyorum...Gece sevgilime sarılıp yattığımda suçluluk duyuyorum...Onun da sevdiğine aynı huzurla sarılabilmesini umuyorum...

Duruşuna hayranlık duyuyorum...Kızıp X sevgilisine sayıp sövüyorum...Hele sevgilisinin annesine baya baya saydırıyorum...

Bazen Ortanca kardeşini şöyle bir sarsıp,kendine gel demek istiyorum...

Bu ay kotasını doldursa bari diye dilekler diliyorum...

Şöyle hayallerindekinden bile daha iyi bir erkeğin karşısına çıkıp,onu sarıp sarmalamasını yaralarını sarmasını diliyorum...

Ama düşünecek olursak...Ben C.Y.K 'ı hiç tanımıyorum...

Yine de herşeyin onun için çok güzel olmasını diliyorum...

1 Temmuz 2011 Cuma

Kanserle yaşamak...

Öyle enteresan bir mücadele içindeyiz ki sevgili blog...

İnsan kendi hücreleriyle savaşır mı,kendi bedeniyle...
Savaşırmış...
Öğrendik...
İtinayla öğretti bize bu illet...

Dün gibi kanseri ailemize kabul edişimiz...

Halbuki koskoca üç yıl olmuş...Ailemize yeni katılmış, hani şu tüm ilgiyi üzerine çeken tekne kazıntısı ,sonuncu aile bireyleri gibi...Tüm hayatımız artık onun üzerine kurulu...

Artık ailemizin son ferdi Bay Kanser...

Evimizde en çok konuşulan konu o...
En çok tartışılan...
Bizi en çok yaralayan...
Zaman zaman zayıf bırakan...

Babam yine hastaneye yattı...Bu defa da John Hopkins'e...Bir yıl kadar temiz kalabildi sevgili babacığım...Bir yıl sonra tekrar daha da hızla gösterdi işte kendini...Şimdi yine babam kendi hücreleri ve kendi bedeniyle savaş içinde...

Bazen kızıyorum kendime...Bu kadar da kabullenmiş olmamalıydık diye...Çevremdekilere anlatırken babamın hastalığını zaman zaman nezleden bahsedercesine hissiz olabildiğimi farkettim...O kadar büyük bir kabulleniş ki bu...Kanıksadığımız kötülüklerden biri işte...

İnsanoğlunun alışma güdülerinden biri belki de...Gün geçtikçe alıştığımızı farkediyorum onunla birlikte yaşamaya...Kemoterapi, transplantasyon, multiple myelom, katater, kortizon, kreatin ve bunun gibi yüzlerce terim artık bizim evimizde ekmek ve su gibi...Ekmek almak gibi bir şey artık babamın kemoya gidişi, evimiz küçük bir klinik gibi kokuyor üç yıldır...Bir dolap dolusu ilaç...Dezenfektan...Annemin deterjanla temizlik yapmasını özlüyorum bazen eve girdiğimde burnuma gelen o deterjan kokusunu...Her şeye alıştı da bünyem "biz" kokan evimizin klinik kokusuna alışamadı işte...

Artık kolonya kokusuna tahammülüm yok mesela...Midemi bulandırıyor,kustururcasına...Babamın hastalığının teşhis edildiği dönemlerde hastaneye gelen ziyaretçileri bol bulamaç kolonyaladığımızdan belki...Artık o koku ket vurmaya çalıştığım hissiyatımı seriyor sere serpe önüme...

İnsanların babamı sorarken yüzlerinde ki o tarifsiz mimiklere gözlerinde ki bakışlara da alışamadım mesela...Hem üzgün,hem acıyarak hem belki içten içe Allah'a sağlıklı oldukları için şükrederek...Bilmiyorlar, belki bize hissettirmemeye çalışıyorlar ama yüzleri gözleri elleri bakışları duruşları tüm düşüncelerini afişe ediyor işte ister istemez...Kızmıyorum kimseye biliyorum ki çok insani...Ama alışamıyorum işte...

Bunca yıl babamdan hayranlıkla bahseden insanların şimdi o bakışlarına alışamıyorum...

Bazen gamsız gamsız karşıma geçip,kendinizi herşeye hazırlayın diyen insanlara da tahammül edemiyorum...Bu okula başlamak, askere gitmek gibi bir hissiyat değil ki hazırlayayım kendimi...Kim en sevdiğine veda etmeye hazırlayabilir ki kendini...Bunun bir hazırlığı olabilir mi...

Hep yaşamaya, hayatta kalmaya ve nefes almaya endeksli insaniyetimi de sevmiyorum bazen...Yalnız kaldığımda,düşünebildiğim her dakika da ondan sonra o gittikten sonra olacakları hesaplamaya çalışan beynimi de sevmiyorum işte...hani bazen hiçbirşey yokmuşçasına bana kahkahalar attıran,sonra aniden Dünya'nın tüm yükünü omuzlarıma yığıveren beynime...

İsyan etmememe neden olan maneviyatıma da tahammül edemiyorum bazen...

Bazen çok kötü olmak istiyorum,çok bencil,çok hırçın...Bana babama bize bunu nasıl yaşatırsın diye bas bas bağırmak istiyorum ama sonra şükredecek milyonlarca şey bulup içimdeki fırtınaları bastırmaya çalışıyorum, beni günden güne yoran,ama aynı zamanda sarıp sarmalayan maneviyatımla mücadeleme tahammül edemiyorum mesela...

İçimde beni ordan oraya savuran fırtınalar var,o fırtınalar bazen kapkara bulutlar getiriyor bazende tüm bulutları savurup sıcacık bir güneş açıyor içimde...

Ve son üç yıl hayat bu döngüyle akıp gidiyor işte...

D.D.Y