27 Ocak 2011 Perşembe

öyle oldum böyle oldum vol.4

Kaldığım yerden devam o halde...
Bu sonradan olma muhasebeci şahsiyet...
Merak sardı aniden tasarımcılığa...
Ama o iç ses hep yanımda yakınımda...
Tabiri caizse veriyor gazı veriyor gazı...

İç ses der ki;
Sen zaten yaratıcısın...Modaya meraklısın...Giyinmeyi giydirmeyi seviyorsun...Hadi ama kızım okula forma değişikliği yaptıran öğrenci topluluğunun öncüsü değilmiydin sen...
Sen yaparsın Sen edersin...
Bıdı bıdı bıdı...

İç sesin cüretinden ürken diğer iç ses cılız bir tonda der ki;
Hele bana bir söyle bugüne kadar ne tasarladın sen,satenle taftayı ayırabilir misin acaba birbirinden...
Portfolyona giydirilmiş çöp adamlar mı dizeceksin...
Okul hayatın boyunca tüm el işi resim vb derslerini annene yaptırmadın mı sen...

Ama bu çennebazz koydu ya bir kere kafasına...
Dinler mi içindeki sesleri...
Yine başladı hummalı bir araştırmaya...
Okul bitmişti ya bu defa daha bir kolay...

Nişantaşı'nda buldum sonunda aradığım yeri...
Lasalle Akademi...
2 yıl boyunca hafta içi iki akşam...
Anadolu yakasından kalkıp Avrupa yakasına geçtim ben...
Hiç üşenmeden...

Çok keyifli bir süreçti gerçekten...
Hayatımda doğru düzgün resim dersine bile girmemiş olan ben...
Sıcak renkler... soğuk renkler ...ana renkler... ara renkler...
Öğrenmeye başladım...
Kalem nasıl tutulur Laselle'de öğrendim...

Nadya vardı kulakları çınlasın...
Ne sabır...
Hiç üşenmeden çizim yapmayı öğretti bana...

Kumaşlarla tanıştım...
Moda tarihiyle...
Altıncı ayın sonunda ilk defa tasarım yapabildim...
6 ay renk nedir...
Figür nedir...
Gölge nasıl verilir...
Robot çizim...
Bunları öğrendim...

Bir çanta vardı ki elimde...
Hani mimarların kullandığı o çok havalı olandan...
Ama çantanın içi,anasınıfı faaliyetleri dolu sanki...
Boyalar boyamalar karalamalar desenler yani ıvırlar zıvırlar...

Ama beni bir görseniz...
Bir pipom eksik elimde ressam havalarında...
Hani biri dur bakalım çantada ne var dese...
Rezillik...

Öyleydi böyleydi derken bir de baktım farkında bile olmadan altı ayın sonunda...
Elime kalemi alıp figürler çizer,tasarımlar yapar bi de onları gölgelendirir olmuşum...
İlk tasarımlar modadan uzak elbette...
Resimden öteye gidemiyor çünkü dikilemeyecek bir sürü kıyafet tasarlamışım...
Olmayacak yerlere dikişler,olmayacak kumaşlara elbiseler falan...
Zamanla öğrendik hepsini...
Kumaşlarla tanıştık teker teker...
Sezonluk konsept tasarımlar hazırlamaya başladık...
Tasarımların teknik çizimlerini yaptık...
Kalıplarını çıkardık...
Diktik...

Bu bahsettiğim duruma iki yılın sonunda gelebildim elbette...

Bunun yanında photoshop,adobe illustrator programları öğrenildi elbette...
Hala anlam veremem mesela neden direk photoshopla öğrenmedik diye...
Figür çizmene bile gerek yok photoshopta çünkü...
Bir nevi kes kopyala yapıştır...

Bunca emeğin sonunda hakkıyla kavuştum tabii...
Lasalle Akademi'nin taa Kanada merkezlerinde gelen...
Fasion Designer diplomama...

Eee peki ne mi yaptım o diplomayı...
Veteriner fakültesi diplomasının yanına kaldırdım...
Bir daha da elime kalem almadım...

Neden mi çünkü ben aslında pastacı olmaya kararlıydım =))))

Oldum mu?

OLDUM...

Nasıl mı?

Çok yakında...

26 Ocak 2011 Çarşamba

öyle oldum böyle oldum vol.3...


Nerede kalmıştık...
Hıh.İç sesimin başıma getirdiklerinde...

İşte ben karar verdim ya veteriner hekimlik yapmamaya...
Ama içimde engel olunamaz bir girişimcilik de mevcut...
Ne yapsam ne etsem...

Lise yıllarında üniversiteye hazırlanırken hep babamın şirketinde çalışırım avuntusu taşırdım içimde...
Aman kazanmayayım...
Nasıl olsa bizim şirket var rahatlığı...

Ama bir tarafımda hep babamı örnek alır...
Bir gün bende kendi işimi kuracağım derdim...

O halde dedim ben iyisimi Muhasebe okuyayım...
İşletmecilik en iyi muhasebeyle öğrenilir...

Ampul yandı yanmasına kafada ama...
Nereden başlamalı muhasebeci olmaya...

Üniversite 2.sınıftayım...
Bölümümüm boyumu aşarcasına zor...
Ve ben haddinden fazla tembelim...

Ama inat ettim ya...
Gittim hemen yazıldım bir muhasebe kursuna...
Hem okula gidiyor...
Veteriner hekim olma yolunda ilerliyor...
Bir taraftanda kimseciklere birşey demeden muhasebe kursuna gidiyor...
Hesap planı falan öğreniyordum...
Enteresan bir şekilde sevdim muhasebeyi...
Bulmaca çözmek gibiydi...
Ve benim en sevdiğim şey bulmaca çözmekti...

1 yıl muhasebe kursuna gittim...
Kimsecikler bilmedi...
Sonra part time muhasebe işi buldum...
Hem okudum hem çalıştım...
Yine kimsecikler bilmedi...

Veteriner fakültesinin hiç bir seminerine katılmaya tenezzül etmeyen ben...
Ciğerci kedileri gibi İ.İ.B.F 'nin önünde seminer araştıyordum...
Yapılan her seminere tüm lisans programlarına katılıyordum...

Sonunda bir de bakmışım...
İşletme okuyan arkadaşlarıma muhasebe çalıştırır olmuşum...

İşte böylece muhasebeci oldum...
Okulu bitirdim...
Babam hemen almadı beni bizim şirkete...
Hele bir git de burnun sürtülsün başka yerlerde dedi...
Gittim...
Sürtüldü...
Ve hatta bazen belkide çok acıdı...

Sonunda aldı beni yanına...

İşte dedim babamın şirketinde muhasebe müdürü oldum...
Onca yıl çektiğim bir sürü sıkıntı ve stresin sonucunda...
İç sesin istediğini yaptım...

Ama o iç ses durur mu...
Durmaz...

Hadi dedi bi de moda tasarımcısı ol sen...
Açarız seninle bir modaevi...
Sen tasarlarsın...
Sen işletirsin...

Oldum mu?

OLDUM...

Nasıl mı...

Çok yakında :)))

ps:korkarım blogum yaprak dökümü dizisine dönecek ben bu neydim ne oldum yazılarını bitiremezsem acilen =))

D.D.Y

24 Ocak 2011 Pazartesi

nasıl veteriner hekim olun"a"maz...


Bir hafta sonu daha geldi geçti işte sevgili blog...
Cumartesi Pazar yarım günde olsa çalıştım ya...
Şimdi bünye isyanlarda...

Ahh ne olurdu sanki şöyle çalışmayı seven bir insan olsam...

Klasörlerimde...
Klavyemde mutluluğu bulsam...

Hani geçenlerde bahsettim ya ne işler bulmadı bu şaşkın blogcu kendine diye...

Hani sırf çalışmayı seveyim diye...

Yok ama yok...
Yaratılış böyle...
Ne yapabilir ki bu bünye...

Bitirdim ya ben liseyi ite kaka...
Giriverdik bir de ÖSS ' e
İki dershaneden devamsızlıktan atılan ben...
Hayatı boyunca toplasan 50 test çözmemiş olan ben...
Özel derse ve hatta okuldaki mecburi derslere top yekün savaş açmış,karşı durmuş ben...
Günde 1000 soru çözmeyi kendine vazife edinmiş arkadaşlarımla giriverdim ÖSS'ye
Ne bende ne ailede bir ümit yok tabi ki...
Hatta koleje gönderilme hikayem bile...
Annemin;
"Bu kız üniversite falan kazanamaz bari kolej mezunu olsun beyy" söylemleri sonucu oldu.
İşte girdik ÖSS'ye...
Muhtemelen okunmuş pirinçlerin, şekerlerin kerameti...
Kazanıverdim işte...
Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesini...
Hemde TM çıkışlı bir mezun olarak...

Neyse işte hayvan seviyorum ya, her gördüğüm hayvanın boynuna atılıyorum ya...
Dedim Çennebazz buldun işte mesleğini...
Ahh be blog...
Ne mümkün!

Bir başladık
Anatomi 1
Parazitoloji
Histoloji
Genetik
Medikal Kimya
Medikal Biyoloji bla bla bla...

Zaten ben ne olduğunu anlayamadan hem bölümden hem meslekten soğumuş buldum kendimi...
Düşünün bir; İlk yılınız olabildiğince çömezsiniz, üst dönemlerden Tıp Fakültesi öğrencileri gelir, size acıyarak bakarak, bizden daha zor bölümünüz der...O an iç ses "aman kızım tası tarağı topla dön sen memleketine"
Ama ben inat ettim işte...
Zar zor bitirdim okulu...
Maksat üniversite mezunu olmak...
Ama okurken 2.sınıfta almıştım kararı...
Her ölen hayvanın arkasından günlerce yas tutmaktan, her hasta hayvanı kucaklayıp fakülteye taşımaktan, dünyaya gelmiş bütün hayvanların sorumluluğunu sırtımda taşımaktan daha 2. sınıfta yorulmuşken,anladım ki bir ömür geçmez böyle...
İç ses başladı yine...
"Yapmayacağım bu işi" diye..

E peki hadi yapma da...

Şimdi ne yapacaksın a benim maymun iştahlı iç sesim...

20 Ocak 2011 Perşembe

köfte kokusuyla aşk muhabbeti...

Ohhh ocakbaşı yaptık dün...
Rakının dibine vurduk...
Mezenin hakkını verdik...
Etleri cızbız yaptık...
Ekmekleri kızarttık...
Haydariye doyduk...
Her yudumda birine içtik...

Amma keyifliydi be blog...
Seviyoruz biz ocakbaşı muhabbetini millet olarak...

Önce başbaşa sevgiliyle sonra sevgilinin en yakın arkadaşı da eklenince muhabbete...
Pek keyif aldım her zaman ki gibi...
Benim esas oğlan akıl verdi dostuna bolca...
Öyle sevilmez kardeşim böyle sev diye...
Sonra kızıverdi yok ya boşver dedi...
O sevilmez ,sevme dedi...

Öyle keyfiliydi ki iki erkeğin kadınlar ile ilgili yorumlarını dinlemek...
Sustum bir süre özellikle...
Sustum dinledim...
Hep merak ederdim bu erkekler ,erkek erkeğe olunca ne konuşurlar diye...
Dün bir ara unutuverdiler beni...
Daldı iki dost muhabbete...
Öyle sevimlilerdi ki...

Yok yok!!! hey gidi kadın milleti...
Biz yoldan çıkarıyoruz bu erkek milletini...
Bizim yanımızda öyle saf kalıyorlar ki...

Hele bir de aşıklarsa...
Bizden çok daha savunmasız...
Kalakalıyorlar...

Hormonlarında ki değişime bile anlam veremiyorlar...
Çok keyifli onların o yüzleşme halleri...


Dinleyin bakın kötü erkek hikayelerini...
Her hikayenin baş rolünde bir kadın yok mudur?

Aldatan erkek tipini yaratan yine kadının ta kendisi değil midir?
Dinleyince çapkın ,kazanova erkekleri ;yadsınamaz bir yüzde ile hepsinin geçmişlerinde en az bir defa çok büyük aşk acısı çektiğini görmez miyiz...
Sevmeyi bilmeyen bir kadın tarafından...
Ya aldatılmış...
Ya oyuncak olmuş...
Ya çok hırpalanmış...
Ve bu ilişki süresince sevdiği kadına yapamadığı her kötülüğü  hayatına  giren diğer kadınlardan çıkarmaya ant içmiş....
Ya da çok seven bir erkeği bile çoğunlukla ayartan yine başka bir kadın olmuyor mu?
Elde etme hırsı erkeklerden çok kadınlarda yok mu?

Bence insanoğlu ilginç bir varoluş öyküsü...
Ama kadın bu varoluşun en üstünde oturup salınmıyor mu?

İçinde naifliği,şefkati sadakati barındırabildiği kadar kini,hırsı,yalanı da barındırmıyor mu?
Ve aslına bakıldığında erkeği yine o varoluşun üzerinde bulunan kadın oluşturmuyor mu?

Dün epeyce düşündüm işte...
Onlar konuştu,anlamaya çalıştı...
Arada bana sordular...
Ben bizi anlatmaya çalıştım...
Kadın olmayı...

Sonra birden!

Okuduğum bir yazı geldi aniden aklıma,kime ait inanın bilmiyorum...facebookdaki paylaşımlardan birinde karşıma çıkmıştı...

Yazan der ki;

Erkekler deli gibi aşık olurlar, zamanla akıllanırlar.
Kadınlar ise akıllı gibi aşık olurlar, zamanla delirirler.
Aşk, kadını ve erkeği farklı etkiler.
Aşık olan kadının gözünde başka hiçbir şeyin değeri kalmaz.
Aşık olan erkeğin gözünde ise herşey yeniden değerlenir.
Çünkü aşık kadın "nasıl olsa bitecek" sezgisi ile hareket eder..
Aşık erkek ise "nasıl olsa sonsuza dek sürecek" yanılgısıyla...
Aşık kadınlar bu yüzden hep endişeli ve huzursuzdurlar;
Aşık erkekler ise melekler gibi dingin ve aptallar gibi bön.
Aşık olmak erkeğe yakışır.
Kadına asla. Kadına yakışan sadece aşktır.

İşte budur be blog...
Vakit...
itiraf vaktidir!!!

18 Ocak 2011 Salı


Offf atlattık sayılır ocak ayını...
Veteriner fakültesi mezunu bir muhasebeciyim ya ben...
Muhasebeciye yeni yıl ne demek...
Bir sürü iş demek...
Yıl sonu hesap kapanışları demek...
Mizan demek...
Bilanço...
Gelir Tablosu...
Gider Tablosu ve bir sonraki yıl tahmini gider tablosu demek...

Tüm bunlar yapılan fazla mesai demek...

Yaptım bitti...

Ahh blog günlerce rüyamda bile gider ayıkladım...
Tutmayan mizanlarla uğraştım...
Gelir tabloları hazırladım...
Hesap planıyla yattım hesap planıyla kalktım...
Ama değdi...

Hani olur mu size de işiniz çok olduğunda nereden başlayacağınızı bilemediğiniz için...
Çalışmak gelmez içinizden...
Ama iç ses der ki e hadi bi tarafından tut sen...
Bak gelecek arkası...

İç sesimi dinledim başladım...
Çok şükür bitirdim...
Şimdi mutlu huzurlu ve tabi ki gururluyum...

Peki Veteriner fakültesi mezunu  muhasebeci nasıl olunur?
Bahsedilen şahıs maymun iştahlı biriyse olunur...
Bu adı geçen şahıs var ya...
Neler olmadı ki...

Dur bakalım hadi o da öteki postun mevzuusu olsun...
İyisimi...
Ben kaldığım yerden böbürlenmeye devam edeyim...

Sizde bu şaşkın blogcu başka neler olmuş onu bi tahmin edin =))

15 Ocak 2011 Cumartesi

Ne mutlu...


Sevgili blog...
Çok şükür iyileştim...
Ağız ve burun çevremi sarıp sarmalamış olan uçuklarımı saymazsam tabi...
Resman aynaya bakmaya korkar oldum...
Ve ayrıca bana bakmak zorunda kalanlara da acır oldum...
Kısacası çevreye verdiğim rahatsızlıktan ötürü özrü bir borç bilirim...

Hayır nedir benim bu herpes'ten çektiğim...
Yıllar yıllaaar evvel kendileri gelip yerleşivermişler...
Şimdi ne zaman başı boş kalsalar ağzımı yüzümü istila ediveriyorlar...

Çok şükür ki Zovirax diye bir ilaç çıkarttılar da,
kendileriyle mücadele edebilme lüksüne sahip oldum...
Eğer ilk kıpırdanışlarında hisseder de kremi sürersem...
Saltanatları başlamadan sona eriyor...
Ha ha ha ölsün mikroplar!!!
Ama yok eğer beni uykuda yakalarlarsa...
İşte şimdi olduğu gibi...
Vayy halime...

Neyse işte zavallı sevgilimde...
Benim bu görüntü kirliliğime maruz kalıyor...
Utanıyorum!!!

Şaka bir yana...
Gerçekten öyle çok çektim ki bu uçuk illetinden...
Şu facebook sayesinde sonradan kavuştuğum ilkokul ortaokul lise arkadaşlarım...
Hep bir ağızdan koro halinde...
Ahh sende ne çok uçuk çıkardı küçükken gibi söylemlerde bulunuyor...
Zavallı ben!!!

Böyle hatırlanır olmak ne acı ama...

Haa bir de ne çok düşerdin sen demeleri cabası...
Cidden ne çok düşerdim ben yaa...
İnsan iki ayağını birbirine karıştırıp düşermi Allah aşkına...
Ben düşerdim,bolca da düştüm o şekilde...

Peki ya 3 gün üstüste
Lisede kantine inerken
Aynı merdivenin aynı basamağından düşer mi insan...
Ben düştüm...Büyük başarı...

Çocukluk gençlik işte...
O utançla yaşayamayacağımı düşünmüştüm oysa...
Yaşamak haram bana demiştim...
İntiharın eşiğine gelmiştim...
Liseyi bırakıp,ev kızı olmayı planlamıştım hatta...

Ama şimdi bakıyorum da unutuluyormuş be blog...
Neleri unutmuşum,neleri unutmuşuz...
Artık vız gelir tırıs gider bana...
Merdivenden düşmeler, dudaktaki uçuklar...
Ne mutlu yaa...
Kendimle barışmış olmam...
Ben buyum kardeşim...
Beğenmeyin gelmesin...
Diyebilmem...

11 Ocak 2011 Salı

...Çok hastayım...Ve ayrıca Annecik yanımda yok diye de yastayım...


Ahh be blog...
Çok hastayım bugün...
Nasıl üşütmüşsem,serçe parmağım bile ağrıyor...
Ağzım burnum uçuk içinde...

Aksırıp duruyorum...
Elimde mendil...
Burnumu çekiştiriyorum...
Zavallı burnum kıpkırmızı...

Boğazım konuşurken acıyor...
Yutkunmamaya özen gösteriyorum...
Eline garip bir bitki karışımını kapan yanıma geliyor...
Al bunu dene hemen geçicek diye...
Yok bu gripten ölmezsem eğer zaten bitki zehirlenmesinden ölüvericem...

Kafamın bu kadar ağır olduğunu hiç farketmemiştim ayrıca...
Taşımakta güçlük çekiyorum...
Bulduğum her masaya , köşeye kafamı dayayıveriyorum...

Hasta olmaktan ne kadar nefret ediyorsam...
Hastayken işe gelmek zorunda olmaktan daha fazla nefret ediyorum...

İnsan hastalanınca annesinin yanında olmalı be blog...
Şöyle mırın kırın nazlanmalı...
Anneciği ona hasta çorbası yapmalı,bol domatesli bol şehriyeli,bol karabiberli ve bol limonlu...
Televizyonun kumandasını vermeli...
Ara ara gelip gidip ateşini ölçmeli...
Ne istersin diye her geldiğinde...
Evde olmayan bişey istenmeli...
Annecik hepsini buluverip getirmeli...
Ara sıra saçımı okşamalı...
Ateşim çok yükselince sirkeli asprinli su yapıp,eklemlerime sürmeli...
Azarlaya azarlaya ilaçlarımı içirmeli...
Ahh be Annecik çok hastayım...
Sende yanımda yoksun ya resmen yastayım...

Boşuna mı diyorum ben sana a benim bitanecik annem...Senin hakkın ödenmez diye...

10 Ocak 2011 Pazartesi

...bir sebep bir bünye bir hafta sonu bir sonuç...

Ahh şu kısacık hafta sonu tatili bile ne iyi geliyor şu bünyeye...
Hele o kısacık haftasonuna hiç bir plan sıkıştırmadan...
Şöyle gönlünce evde keyif yapmak...

İnsanoğlu büyüdükçe evini daha çok sever oluyor heralde...
Mesela ben...
Eskiden evde geçirdiğim her bir pazar gününü,hayatımdan çaldığım,kendime haksızlık ettiğim zaman dilimi
olarak görürdüm...
Ama şimdilerde...
Evde geçirdiğim her gün...
Bedenime ve ruhuma dinginliği bahşetmenin anlamı gibi geliyor...
Kendimi şımartılmış hissettiriyor...

Hele bir de yanımda,her durumda her yerde çok eğleneceğim  sevgilim varsa...
Değmeyin keyfime...

Bu hafta sonu ne mi yaptık...
Sevgiliyle kendimize bolca zaman ayırdık...
Bol bol sohbet edip,oyunlar oynadık...

Cumartesi akşamı...
Boşver dedik,dışarı çıkmak yerine evimizde oturalım...
İçkilerimizi aldık...
Kuruyemiş çerez...
Açtık televizyonu...
Biraz tv'e göz gezdirdik...
Biraz muhabbet ettik...
Bolca güldük ama...
Kendimize,televizyondakilere,ona,buna şuna...
Keyfimiz yerinde ya...
Güldük de güldük işte...
Tavla oynadık sonra...
Hatta neredeyse tombala...

Pazar günü aile saadeti ile geçti...
Benim annemler...
Sevgilinin anneleri derken...
Bolca sohbette onlarla...
Çocukluk anıları anlatıldı her zaman ki gibi...
E sonra tabi ki devlet kurtarıldı...
Futbol takımları,yeni transferler,avrupa maçları derken...
Ne çok güldük yine ve ne çok sohbet ettik...

Dışarıda trafik,egzos dumanı,birbirine hırsla çalan kornalar...
Bağdat caddesindeki lüzumsuz kalabalıklar...
Hepsinden soyutladık kendimizi...
Kendimize ayırdık tatilimizi...
Sevdiklerimize birde...
Çünkü şimdilerde anlıyorum belkide sevdiklerimin kıymetini...
Onlara ayırdığım her anın hayatımdan çalmak değil tam tersine gelecekteki pişmanlıklarımdan arınmak olduğunu...

Sonra evimize geldik yine...
Şöyle en heyecanlısından bir film izledik...
Ne çok seviyorum DVD'i...

İşte böyle sükunetle geçirdim ya bir hafta sonunu...
Huzurla uyandım bir pazartesiye...
Ohh bee dedim dinlenivermiş işte sonunda bu bünye...

7 Ocak 2011 Cuma

...Smile on faces...


Dün akşam kızlarlaydım...
Caddedeydim...

Dilediğimizce erkekleri çekiştirip,
Dilediğimizce modadan bahsedip,
Dilediğimizce aynı hikayaleri anlatıp,
Kahkahalara boğulduk...

Dün akşam kızlarla;

Önce şöyle sıkı sıkı sarılıp,hemen kıkırdamaya başlayıp,
En sevdiğimiz cafe'nin
En güzel masasına oturup,
En sevdiğimiz yemekleri söyleyip,
Şöyle en alkollüsünden bir de içki isteyip,
Dedikodunun belini kırıp,
Erkeklerimizi çekiştirip,
Lise anılarımızı yad edip,
Belki eskilerden bahsedip,
Kıkır kıkır kıkırdadık...

Ve o kadar çok güldüğüm bir gecenin sabahında bloğumda bir ödül bekliyordu beni...
Ne kadar da günün anlam ve önemine yakışır olmuş...
Sevgili Deep ve Sylvie   layık görmüşler beni bu ödüle...

Smile on faces ödülü.

Benim kadar çok gülen,çevresinde kendine has kahkahası ile bilinen birine cuk oturdu bu hediye...
Güldürür müyüm bilmem ama çok güldüğüm bir gerçek...
Ve gülmeyi çok sevdiğim...

Onun için eğer bende bir nebze gülümsetebiliyorsam beni okuyan arkadaşlarımı...
Ne mutlu bana...

Çok teşekkür ederim Deep ve Sylvie...Nezaketiniz için...

Bende okurken yüzümü gülümseten blogları listelemek , bu ödülü ve kendi ellerimle hazırladığım  ödül resmini armağan etmek isterim...

Naz
meyvesalatası
liellaa
ibeking
ninom
kirazcekirdegi
emel

ve tabi ki deep ve Sylvie =)))

O halde her günümüz kahkahalarla dolu olsun...










ps:ödülüm içinde bir fotoğraf hazırladım,o gülücük  çok yakışmadı mı bu ödüle...

4 Ocak 2011 Salı

.....düşün düşün ....... işin....


Açtım şimdi ekrana boş boş bakıyorum...
Hadi diyorum başla bakalım anlatmaya...
Nasılsın bugünlerde...

Kendinizle konuşur musunuz acaba sizde...
Ben hani hep diyorum ya içimde en az kendim kadar ciddiye aldığım biri daha var diye...
Onunla bazen öyle bir dalıyoruz ki derin sohbetlere...

Etrafımda yüzlerce insanda olsa...
Hiçbirini duymuyor görmüyor algılamıyorum...

Kabuğuna saklanmış kaplumbağa gibi...
Kafamı gövdemin içine saklıyorum...

Sevgili tedirgin oluyor sanki öyle dönemlerimde...
Hep soruyor ne düşünüyorsun sen diye...

Aslında çoğu zaman anlamsız,alakasız...

Bazen kendimi hiç olmadığım yerlerde olmuşcasına düşünürken buluyorum...
Bazen televizyonda ki bir adamın yerine düşünürken...
Onun yerine konuşurken hatta...

Bazen hiç tanımadığım sokaktaki tinerci yerine düşünüyorum...
Nasıl kurtulabilirim bu çıkmazdan diye...
Battaniyeme sarılmış sıcacık evimde içim titrerken buluveriyorum kendimi...
Uff amma da soğukmuş diye...

Sonra babamın yerine...
Evlatlarına kaygılanan...
Babam yerine kaygılanıyorum kendime,kardeşime...

Bazen annem yerine...
Onun yerine düşünüyorum koca bir aileyi...
O gün belki de ne pişireceğini...

Devlet Başkanı oluyorum bazen...
Yahu diyorum bu kadar basit işte bu işlerin çözümü...
Onu al o Bakanlıktan bunu koy yerine...

Karşımda olmayan,olmasını dilediğim...
Hani şöyle ağzının payını vereceğim...
Adamlarla kavga ediyorum...
Hesaplaşıyorum...
Belki bazen tokatlayıveriyorum...

Sevgili farkediyor hemen niye o gözler çakmak çakmak diye soruveriyor.
Kendime geliyorum...

Eee sen şimdi bu kadar hırslandın bu kadar kızdın da...
O adam oracıkta senin varlığından bihaber...
Sen iyisi mi kalkta sevgiliyle kendine rezene çayı  koyuver...

3 Ocak 2011 Pazartesi

...sana mı kendime mi...


Kadınlar erkekler için mi güzel görünmek,iyi giyinmek isterler yoksa kendileri için mi?

Karar veremedim ben hala bu duruma...
Ben çoğunlukla kendim için iyi görünmeye çalışanlardanım çünkü sokağa çıkmayacakda olsam,gözüme bir kalem,dudağıma bir parlatıcı yanaklarıma allık sürmeden kendimi iyi hissedemiyorum...
Bakımlı olmak bana ayrı bir güven ve enerji veriyor sanırım.

Dikkat ediyorum kendimi beğendiğim günlerde sosyal ortamlarda hep daha fazla konuşur daha fazla gülerim...
Ama bazen dönemsel olarak kendimi hiç beğenmeme durumları oluştuğunda ise kendimi nedense daha silik hissederim...

Öyle saatlerini günlerini güzellik merkezlerinde geçirenlerden de değilim...Hatta saçlarımı bile hala anneme kestiririm...Ne de olsa kıvırcık...Yamuk olsa kim anlar ki...
Ama giyimime özellikle temiz giyinmeye çok özen gösteririm...Çünkü aynaya baktığımda iyi hissetmeliyim...

Tamam şimdi bunları saydığımda diyorum ki ben kendim için güzelleşirim...

Ama neden her giydiğim kıyafeti sevgili üzerime yakıştırsın isterim...
Neden bugün ne kadar güzelsin demesini dört gözle beklerim...
Ve neden çok güzelsin dediğinde kendimi dünyanın en güzeli hissederim...