31 Aralık 2010 Cuma

...mutlu yıllar...

Güzel olsun 2011...
hepimize tüm insanlara...
Ne diliyorsak gönülden , hemencecik getiriversin bize...
Bolca huzurlu olsun...
Ve tabi ki çokca sağlıklı...
Koca bir yıl hep gülen gözlerle başlayalım sabahlara...
Ve gülen gözlerimizi yumalım uykuya...
Gerek yok öyle fazlaca paraya...
Kimselere muhtaç olmadan,aklımız alamadıklarımızda kalmadan...
Hepimize, tüm insanlığa yettiğince bolluk bereket getirsin yeni yıl...
Daha adaletli daha vicdanlı günler getirsin...
Sevdiklerimizle birlikte sağlıkla huzurla bereketle dolu mutlu bir yıl olsun 2011...

30 Aralık 2010 Perşembe

...yılbaşı mı hani nereedee...


Şöyle içimden cingıl bells falan söylemem gerekmiyor mu benim bu günlerde...
Hani yüzümdeki o anlamsız gülümseme...
Ama her yıl böyle olurdu...
Her yıl içimi kaplayan anlamsız bir sevinç,yılbaşı gecesine ait binbir planlar...
Yapılacaklar edilecekler alınacak uzayıp giden listeler...

Ama bu yıl enteresan...

Bugün perşembe yarın yılbaşı gecesi ve bizim hala bir planımız bile yok...
En keyifli eğlenceler plansız olanlardır diye mi düşünüp hala el el üstünde oturuyorum bilinmez...
Ama bu yıl ağacımı bile süslemediğime göre var bi değişiklik...

Hayrola...

Daha şundan bi kaç yıl öncesine kadar annemler biz evde kutlamayı düşünüyoruz bu yıl dediklerinde,
onlara üzülen ve anlam veremeyen ben değil miydim...
Yılbaşı gecesi evde mi oturulur şekerim nidaları atan ben değil miydim...

En afilli elbiselerini giyip,en yüksek topuklularını çekip...
Çılgın partilere giden ben değil miydim...

Peki şimdi ne oldu da bu yıl...

"Aman yılbaşı gecesi dışarıda olmuyor canım!"lar...
"Çok kalabalık oluyor artık kafam kaldırmıyor"lar...
"Ayy! hiç öyle topuklu tepelerinde zıplayamayacağım"lar...
"Aman evde şarap keyfi daha cazip geliyor"lar...
"Açarım dvd'den bir fasıl havası içerim sevgiliyle başbaşa,kimse değmesin keyfime"ler
"Ağacı kurması keyiflide onu kim toparlayacak"lar...

Bu cümleler benim ağzımdan mı çıkıyor (lar) yoksa kulaklarım mı yanlış duyuyor(lar)

Lütfen biri bana yaşlanmıyorsun desin...
Aynı enerji...
Aynı çılgın partileri...
Bangır bangır müzikleri...
En afilli elbiseleri...
En topuklu cicileri...
O beden bir gün geri isteyecek desin...

Bu durum sadece geçici desin,2011 e özel desin,bak bizde aynı böyleyiz desin,İstanbul bile bu sene daha az coşkulu desin,korkma hepsi geçecek desin =))

Lütfen biri beni sakinleştirsinnnnnn =))

D.D.Y

29 Aralık 2010 Çarşamba

..meli...malı...


İlişkiler...
O kadar çok şey var ki üzerine anlatılacak...
Her bedende bir deneyim her ruhta bir izlenim...
Ama bence...

Seviyorsan eğer kalıpsız sevmelisin...
Her yeni sevgide yeniden şekillenmelisin...
Bir önceki sevgide aradıklarını aramak yerine yeni bulduklarına sevinmelisin...
Kuşkularından arınmalı...
Kuşkusuz sevmelisin...
Cümlelerin içindeki gizli anlamları aramak yerine gözlerin içindeki gerçek anlamları bulabilmelisin...
Başkalarını kıskanmak yerine,ne kadar şanslı olduğunu hissetmelisin...
Eğer gerçekten seviliyorsan...
Ardında bıraktıklarını unutup, dibine kadar tutunmalısın...
Egolarından arınmalısın...
Daha az benden ,daha çok bizden bahsetmelisin...
Ne onu ne kendini değiştirmeye çalışıp,orta yolu bulmalısın...
Aşkı bir kapan haline dönüştürmektense,kapıları sonuna kadar açık bırakmalısın...
Birlikte yapabildiklerinden zevk almalı,yokluğunu hissetmelisin...
Hayat boyu sürdüremeyeceğin gereksiz jestlerden kaçınmalısın...
Daima sevebileceğin kadar sevmeli...
Kendine olduğundan fazla dürüst olmalısın...

Güvenmelisin , güven vermelisin...

27 Aralık 2010 Pazartesi

...şerefe...



Zaman nasıl akıp gidiyor...
Akıl sır ermiyor gerçekten...

Cumartesi günü sevgili'nin dostlarıyla birlikteydik...
Aynı liseden mezunuz ya biz...
Hep bir okul muhabbeti...
Hocaların kulakları çınlatılır,o günlerde bizi korkuya ve gözyaşlarına boğan disiplin cezalarına gülünüp geçilir...
Ama lise hep keyifle anılır...

Konuştukta o gece...
Hepimizde aynı netice...
Ahh şimdi o yaşlarda olsak...
O okulda aynı hocalar aynı arkadaşlar hatta aynı sıralar...
Yine öyle aklımız 5 karış havada olsa...
Tek derdimiz çalışmadığımız dersler...
Onu da dert edersek tabi...

Her zaman şanslı hissederim kendimi...
Çok güzel bir çocukluk ve gençlik yaşama şansına sahiptim çünkü...

Lise muhabbetleri sona erip,güncel planlarımızdan bahsederken...
Aniden içimde bir sıkışma hissettim...
İçimdeki ses dedi ki yine bana...
Ahh be çennebazz...
Bugün bu konuştukların var ya...
Yaptığın planlar hani çok çok uzağında ya...
Gözünü açıp kapayacaksın...
Çocukluğunda ki gibi yatacak ve kalkacaksın...
Bir de bakmışsın ki yine çok uzağında ama bu kez...
"ardında"...

Kısmetse anne de olacaksın...
Çocuğunu okulada hazırlayacaksın...
Bir gün gelip evinin kadını olup,çocuklar okula gittikten sonra...
Patchwork bile yapacaksın...

Onun için sen şimdi boşver bu planları,yaparımları ederimleri...
Al kadehini eline...
Kaldır arkadaşlarına
Haydi dostlar de
ŞEREFE...


D.D.Y

24 Aralık 2010 Cuma

...Mim vesilesiyle yeni yıl...

 
 
Sevgili deep-ciğim mimlemiş beni,yeni yıla dair sorular...Hoşuma gitti bu vesile ile yeni yıla dair düşünmek...
 
Belkide büyümenin en gerçek kanıtların biridir yeni yıl'ı daha az heyecanla beklemek...Çocukluğumu hatırlıyorum kasım ayına girdik mi başlardım gün saymaya...39 gün kaldı 38 37 36 her geçen gün daha da çok heyecanlanırdım...
Evimizi süslerdik ne keyif...
 
Çam ağacımızı yapardık hep birlikte,kardeşimle birbimizi yiye yiye...
O süsler paylaşılamaz...
Parıldayan bir yuvarlak top için harb yaşanırdı evimizde...
Ne çok kavga ederdik kuzucuğumla...
 
Hele ağacımızı yaptığımız gecenin ilk sabahı tüm aile uykudayken,uyanırdım erkenden, daha yeni gün ışıldamaya başlamışken...
Geçerdim ağacın başına...
Maksat başbaşa kalmak onunla...
Seyredalardım yanıp sönen ışıklarını...
Ne büyük aşk...
 
Yavaş yavaş hediyeler gelirdi...
Annemlerden teyzemlerden halamlardan hemen hemen herkesten...
Renkli renkli pırıltılı bir sürü paket...
Beklemek yılbaşı gecesini...
Ne büyük sabır...
 
Umurumda değildi ki bir önceki yılın ne getirip getirmediği yada
bir sonraki yılın getirecekleri...
Umurumda değildi ki...
Çünkü bilmiyordum henüz...
Hayat mücadelesini...
Hayattan beklentilerimi...
Kazandıklarımı ya da kaybettiklerimi...
Değiştirebildiklerimi ya da hiç değişmeyecekleri...
Hayallerimi hayal ettiklerimi...
 
Peki şimdi 28 yaşına basmışken,
bolca kazanmış bolca kaybetmişken...
Değişmiş ve değiştirmişken...
 
Bakalım Yeni yıl şimdilerde neymiş ne değilmiş benim için...
 
 
1.Yeni yıla nasıl ve kimlerle girmek istiyorsun.
 
Sevgili olmalı mutlaka...
Anneyle baba...
Ve kardeş kimselere değişmeyeceğim...
Belki bir kaç yakın dostla...
Elimizde şaraplarımız,gözlerimizde mutluluk pırıltıları,ışıkları yanıp sönen ağacımızın başında,kahkahalarla
10 9 8 7 6 5 4 3 2 1 diye saysak mesela...
Bağıra bağıra...
Geçen yıllara inat...
Gelecek yılı korkuturcasına...
Ve sonra herkes sırayla sarılsa birbirine sımsıcak...
Öpüşsek koklaşsak...
Şükretsek birlikte olduğumuza...
 
 
2. Yeni yıldan beklentileriniz nelerdir.
 
Ben mutlu olmanın hayattan çok şey beklememekle bağıntılı olduğunu farkettiğimden beri...Beklemiyorum kendisinden pek bir şey...Ama bu yıl diyorum ki Babacığıma sağlık getirsin,şifa getirsin...Bu Kanser illetinden kurtulsun...Ve tabiki babamla birlikte tüm hastalara kanser grip demeden hepsine...Sağlık ve şifa diliyorum...
 
 
3. Yeni yıl sence ne demek.
 
Yeni yıl; İnsanoğlunun en büyük avuntusudur belkide...Nefes aldığın sürece her zaman umut vardır sözünün en büyük kanıtır mesela...
 
4. Yeni yılda ne olursa çok mutlu olursun.
 
Bilmem sahip olduklarımla çok mutluyum zaten...Şükür binlerce kere...Ama diyorum ya şu içimdeki babamı kaybetme korkusu da geçerse işte...O zaman hayat güllük gülistanlık olur yine...
 
5. Yeni yıla dair mesajın nedir.
 
Boşvermek lazım gelecekleri beklemeyi...Geçmişi kurcalamayı...Ne geleceğin bir gün geleceği malumdur ne de geçmişi değiştirebilmek mümkündür...Yaşamak lazım "şu anı" tadına vara vara, kendine yakışırcasına...
 
 
Teşekkür ederim deep-çiğime beni yine unutmadığı için =) Sevgiler benden kendisine...Bende eğer kabul ederlerse;
 
ve sine-m den  i mimliyorum =))
 
 
 
D.D.Y
 

23 Aralık 2010 Perşembe

...dün...



Dün seninle bakıştık uzun uzun...
Gülüşüverdik her zaman ki gibi...
Gözlerinin içindeki pırıltıları gördüm...
Günler sonra...
Sıcacık oldu içim...

Demek ki...
Öpmen koklaman değişmiş asıl beklediğim...
Bana yine aynı bakman...
Bana baktığında gözlerindeki pırıltılar...

Dün elele uzun uzun yürüdük seninle...
Çocuklar gibi oyunlar oynarak...
Kahkahalara boğulduk yine...
Günler sonra...
Sıcacık oldu içim...

Dün başbaşa içtik seninle...
Konuşmaya çalıştıklarımızla...
Sonra vazgeçtik işte...
Seyredaldık birbirimizi...
Sonra yine gülüşmeler...
Günler sonra...
Sıcacık oldu içim...

Dün konuşurken anladım...
Haklı haksız yokmuş aşkta...
Gerek yokmuş ki çoğu zaman laf anlatmaya...
Yetermiş aslında susup sadece bakmak...
Hiçbirşey düşünmeden...
Kendini ispat etmeden...
Seviyorsa eğer iki kalp birbirini...
Anlamak istemezmiş ki ne olup bittiğini...

22 Aralık 2010 Çarşamba

Eyy sevgili sevdiğinden mektup var yine...

Bu sabah gözümü senin öpücüklerinle açtım...
Bu sabah uyandığımda sımsıcak sarılmıştın yine...
Huzursuz geçen bir kaç günün arkasından...
Ne iyi gelmeliydi oysa...
Sıcacık olmalıydı içim...
Neden olmadı ?

Biliyorum zor günler geçirdiğini...Bilmediğimi sanma...
Biliyorum emeklerinin karşılığını alamadığını...
Yorulduğunu aynı mücadeleden...

Ama benim ne suçum var...
Bizim ne suçumuz var...

Biliyorum hoyratlaştığımı...
Biliyorum yine esip kükrediğimi...
Biliyorum...

Ama senin ne suçun var...
Bizim ne suçumuz var...

Anlatmak istediklerimiz var belli ki...
Ama ikimizinde konuşacak gücü yok ne yazık ki...

Susup oturuyoruz yanyana,iki yabancı gibi...

Hayat yoruyor belli ki...
Yapmak istediklerimiz ve yapamadıklarımız yüzünden...
Hayallerimizden uzaklaşıyoruz sanki...
Her geçen an...

Geçecek mi bu günler eyy sevgili...

Kaldığımız yerden aynı coşkuyla sevebilecek miyiz birbirimizi...
Her gün yaptığımız gündelikler,ilk defa yapılıyormuşcasına heyecanlandıracak mı tekrar bizi...
Her akşam kapıyı açarken titreyecek mi dizlerim...
Sana sarıldığım anda Dünya duracak mı bir kaç dakikalığına...
Yine elele izleyecek miyiz bütün dizileri...
Birlikte çekirdek yemek bile keyiflendirmeye yetecek mi bizi...
Kahkahalarımız şenlendirecek mi yine evimizi...

Yoksa bunlar aşk belirtileri miydi sadece...
Ve aşkın ömrü bir yıl mı sürecekti yine...

D.D.Y

20 Aralık 2010 Pazartesi

...Belki...Acaba...Tuğla...Klarnet...Hüsnü...Rakı...


Hiç olur mu bazen size de...Anlatmak istediğin çok şey varken etrafa...
Söylemek istediklerin dolup taşmışken bardağından...
Ama konuşacak bile takat bulamazsın kendinde...
Kendinizi anlatmaktan yorulur musunuz mesela...
Ve bu yorgunluk daha da fazla kapatır mı kapılarınızı...

Üniversite yıllarında bir arkadaşım demişti bana...
Bir tarafın kalabalıklarla dolu,kalbinin içi çevrendekilere sevgiyle dolu...
Ama bir tarafın tuğlalarla örülü diye...
Ve sen bir tuğlana bile dokunulmasına müsaade etmiyorsun diye...

İlk defa o zaman düşünmüştüm nedenini...
Belki de korunma mekanizması demiştim kendi kendime...
Belki yaradılış
Belki sonradan kazanılmış...

Ama hala duruyor orada sapasağlam tuğlalarım...
En sevdiklerimin bile dokunamadığı...
Belki bazen kendimin bile dokunamadığı...

Arkasında belki zaaflarım,korkularım gizli...
Belki sırlarım kimsenin bilmediği...

Sanki çoğu zaman iki kişi yaşıyorum ben hayatı...
Birbirine yabancı aynı bedende ayrı iki ruh gibi...
Anlamlandıramazlarken birbirlerini...
Çelişkileri çoğu zaman yoruyor beni...

İşte onun için...

Diyorum ki bu gece...

Hüsnü alsın klarnetini gelsin başköşeye...
Masada sadece peynir olsun ve tabi bir şişe rakı...
O çalsın ben içeyim...
O çalsın ben gideyim...
Düne bugüne yarına...

Hesaplaşma zamanıdır belli...
Belli ki vakit geldi...

Biraz durup nefeslenmek lazım şimdi...
Bir elinle duvara yaslanıp,bir elinle bacağına dayanıp...
Biraz eğilmek lazım içinin derinliklerine...

Kimse olmamalı...
Hüsnü bile hiç konuşmamalı...
Klarnetini konuşturmalı...

Klarnetin her notası isyanlarımı bastırmalı...

Her yudum biraz daha kendimden uzaklaştırmalı...

18 Aralık 2010 Cumartesi

...isyanlardayım yine...


Hafta sonu geldi ya...
Beni sardı yine aynı sebebsiz sevinç...
İçim içime sığmıyor sanki...
Cumartesi günleri...
Saat ikiyi gösterdi mi...
Başlıyor özgür saatler...
Her ne kadar hepi topu 43 saat sürsede...
Ve bu 43 saatin 20 saati uykuyla geçsede...
Benim işte...Bana ait neticede...
Kimse tarafından satın alınamamış saatlerim bunlar...

Kendime kızıyorum bazen neden sevmiyorsun çalışmayı diye...
Ama masabaşı iş işte,ne kadar sevilebilir ki...
Hele hergün aynı işleri yapmak...
Körelmek için bire bir değil mi?

Sonra hayaller kuruyorum bol bol...
Kızıyorum kendime yine...
Cesaretsizsin işte diye...
Madem ki mutlu değilsin...
Madem hayallerin bu hayat değil...
Belli saatlerle,belli kalıplarla yaşamak değil...
Neden zora sokuyorsun kendini...
Neden akıntının tersine yüzecek gücün yok...

Al işte bir Karavan...
Sığdır bütün hayatını ona...
Ama yaşa...
Dilediğince uçsuz bucaksız...

Her sabaha başka bir iklimle başla mesela...
Her sabaha başka bir mekanda...
Bir sabah denizi gör ilk önce...
Bir sabah köyün köpekleriyle selamlaş...

Ama bağlı kalma işte...

Toplumun seni zorladığı hayatı benimseme...
Çalışmıyorum ben kardeşim de...
Ev sahibi olmak istemiyorum...
Adıma devlet faturalar düzenlesin istemiyorum de...
Feodal bir aile planlamıyorum de...
Aşkımı Belediye Başkanı onaylamasın de...

Ben gönlümce sevmek...
Ben gönlümce gezmek...
Ben gönlümce görmek...
Ben gönlümce yazmak...
Ben gönlümce çalışmak...
Ben gönlümce yaşamak istiyorum de...

Başlıyor ya bu isyanlar hep böyle...
Sonra annemle babam geliyor bir anda gözümün önüne...
Susuyorum yine...
Neyse diyorum...
İyisi mi ben gidip Su faturasını ödeyeyim...

D.D.Y

17 Aralık 2010 Cuma

...oscar goes tooooo....



Ödül almışım ben a dostlar...
Nasıl keyiflendim sabah sabah...
Yüzüme kocaman bir gülücük oturuverdi...
Sanki yıllardır biriktirdiği yazılarını bir editöre beğendirmişçesine, başarmışlık hissiyle dolup taştım...

Dün blogları gezerken bir blog keşfettim...derinlik sadeliktir diyor kendisi...
İlk cümle yeterince etkileyiciydi zaten...Hele birde okumaya başladıktan sonra...Merakım hayranlığa dönüştü inanın.Kesinlikle tavsiye ediyorum bu blogu takip etmenizi...
Hem çok yalın,hem çok derin, hem çok uzatmadan,hem harika benzetmelerle,çok yerinde kelime oyunlarıyla en çok da kelime haznesiyle çok etkiledi beni çok...Hele bir bak bozuluyorum ama... vardı ki...Kendimden geçtim okurken...

Tabi dayanamadım yorum yazdım hemen...İyi ki de yazmışım...Böylece keşfetmiş olduk deep'le birbirimizi...
Ve işte en yeni blog arkadaşım...bana çok tatlı bir jest yapıp benim blogumu "one lovely blog avard" ödülüne layık gördü...Gururluyum...Mutluyum...

Ben aslında oldukça eski bir blogcuyum,daha önce bambaşka bir hayata sahipken bambaşka bir bloga sahiptim...İki yıl kadar sürdü ilk blog maceram...O da çok keyifliydi aslında ama...hayat kendini yenileyince...bende kapatıverdim o blogumu ve yepyeni bir blog açtım....Bu kez yenilenmiş halimle buralarda salınıyorum işte...

Bu blogu yazmaya başlama amacım çok bencilceydi belki de...Kendim için yazacaktım...Kendimi tanıyabilmek için...Olaylar karşısında ki ilk tepkilerimi,olaylardan çok sonra o hissiyattan tamamen kurtulduktan sonra okumak...Ve kendimle hesaplaşmaktı amacım...

Nelere kızdığımı öğrenmek...Nelere sevindiğimi....Nelere üzüldüğümü...

Kısacası kendimi tanımak işte...28 yıldır her gün aynada gördüğüm kendimi hala tanıyamamış olmanın verdiği utançla başladım işte yazmaya...E tabi ki biraz da deşarj olmak vardı işin ucunda...

Ama sonra engelleyemedim kendimi dur bakalım kimler neler yazmışlar,dur bakalım buralarda kimler varmışlarla yine ucundan kıyısından girdim bu tatlı arkadaşlığa...şimdi her sabah takip ettiğim bloglar var...Acaba bugün nasıl diye merak ettiğim...

Ve işte uzun lafın kısası dostlar...Tacımı devrediyorum bende =)) büyük bir ödül töreniyle...

Ve tüm salon sessizliğe bürünür...

Cennebazz der ki...

Oscar goeeesss tooooo ....

http://www.deepblueeagle.blogspot.com/
http://www.ibeking.blogspot.com/
http://www.defneyleyasamak.blogspot.com/
http://www.tinkerbellvekralicekedi.blogspot.com/
http://www.handenincektikleri.blogspot.com/
http://www.isitmekaybi.blogspot.com/
http://www.kirazcekirdegi.blogspot.com/
http://www.snmclsn.blogspot.com/
http://vaktifirari.blogspot.com/
http://filminkotuadami.blogspot.com/

ve tabi ki sevgiler samimiyetle paylaşan tüm blogculara...

15 Aralık 2010 Çarşamba

...Av Mevsimi...


Bu hafta sonu havalar buz gibi olunca, canımız pek dışarı çıkmak istemedi sevgiliyle...
Evde keyif yaparız,dvd izler çekirdek çitleriz,akşamı pijamalarımızla ederiz planları yaparken...
Kahvaltıdan sonra hadi dedi sevgili
Sinemaya gidelim...

Av mevsimi vardı top 10'muzda 1.sırada...

Hadi dedim o halde,kalk gidelim...
Kalktık giyindik,kardeşle onun sevdiceğinide ayaklandırdık,döküldük yollara...
İstikamet aynı herzaman ki mekan Bağdat Caddesi...

CKM 'ye gittik.Ahh ne çok seviyorum kendisini en çok da Love Seat' lerini...

Av mevsimi 4 salonda oynuyor. Hepsi full... Bildiğin bir izdiham...Neyse zar zor alabildik saat 20:00 'e

Beklemek için çıktık gittik herzaman ki yerimize...
Yedik yedik yedik...
Dört kişi amma da yedik...
Tabu oynadık gene...
Tabu'yu da ne çok seviyorum yine...

Neyse işte saati geldi girdik filme...

Çok yorum okumuştum film'le ilgili herkes Yavuz Turgul'u eleştirmiş,daha önceki filmlerin kötü bir kopyası demişlerdi. Şener Şen gibi bir oyuncunun oyunculuğunu beğenmemişlerdi, hikayeyi beğenmemişlerdi, Çetin Tekindor'u beğenmemişlerdi...
Kısacası eleştiri okları savurmaşlardı dört bir yandan...

E hal böyle olunca bende bir soru işaretiyle girmiştim salona hemde kocaman bir soru işareti...

Film başladı...

Ve ara...

Ve tekrar başladı...

Ve bitti...

Ben çok beğendim şahsen.  Filmi izledikten sonra açıkça söyleyebilirim ki hiç bir eleştiriyi haketmiyor bu film. Tüm oyuncular çok iyiydi,kurgu ve hikaye çok başarılıydı. Ahh bi de Cem Yılmaz'ın son sahnesi o kadar uzamasaydı ;)

Haaa bi de hala dilimde...

Haydeeeeeeeee gidelumm haydeee
Dağa k'arayemişaaa
Eluunn nişanlısına
Ben nasıl deyim haydeeeeeee

Haydeeeee gideluumm haydeeeeeeeeeeeeeeeeee


D.D.Y

13 Aralık 2010 Pazartesi

...kaçamak...


Ne soğuk bir hafta sonuydu ama...
Cuma günü işe ulaşabilmenin taksiyle 5 dakika süren yolu 55 dakika sürünce...
Her zaman ki gibi kilitlenmiş trafiğin içinde bir tane bile boş taksi yokken,
Bir km yolu tepip kapısına yapışabildiğim ilk  taksiye kendimi dar attım...
Taksiciler de bir naz bir niyaz...
Sanki hayır kurumu,belediye zorlamışta taşımacılık yapıyor.
Oraya mı abla ya.
Orası tıkalıdır şimdi ya.
Zaten sırılsıklam ıslanmışsında,koltuklar rezil oldu da.
Sen o montunu çıkar iyice ıslatma koltuğu,araba sıcak bak önerileride eklenince...
Taksiciye saldırdım resmen...
Açtım ağzımı yumdum gözümü
Adam en son sen nerelisin kızım diye sordu...


İç çamaşarıma kadar ıslanmış bir halde ulaşabildim işe.
Hayır ben zaten nefret ediyorum her sabah bu işe gelmek zorunda oluşumdan, bir de böyle gereksiz bir mücadele...
Sınırlarımı zorluyor bazen hayat...
Bütün gün uçana kaçana sövdüm durdum.
Kaleme kağıda bardağa çanağa ona buna kendime...

Neyse işte...
Korkunç cuma gününün ardından, hem fiziki hem ruhsal yıpranışımdan olsa gerek, cumartesi sabahı yataktan kalkabilcek dahi mecalim yoktu. Hava hala buz gibiydi,kapkaranlıktı,yatağım ise sıcacık.
Ne yalan söyleyeyim çıkamadım yatağımdan, istemedi canım işe gitmek, aynı telaşa düşmek...
Hem zaten fena üşütmüş,aksırıp duruyordum da...
Bende ne yaptım
İzin verdim kendime...

Aradım işyerini gelemeyeceğimi bildirdim...
Yattım sıcacık yatağıma,yorganıma daha büyük bir aşkla sarıldım,yastığıma daha da bir gömüldüm...
Sıcacık bir uykuya daldım...

En güzel uyku...Kaçamak uyku...

9 Aralık 2010 Perşembe

...işte yine sızladı burnum...


Bazen öyle çok özlüyorum ki şu öğrencilik günlerimizi...
Başka bir şehirde...
Başka bir evde...
Minimal sorumluluk maksimum özgürlük...

Öyle eğlenceliydi ki...

Bursa'da okudum demiştim ben. Uludağ Üniversitesinde.Henüz yeni yetme bi çocuktum oraya yerleştiğimde.
Unutamam hala annemle babamın çaresiz bakışlarını, yurda bırakıp İstanbul'a dönerken babamın aynadan bakışını. Anlatırlar hala. Dönüş yolunda Bursa'dan çevre yoluna çıkar çıkmaz kenara çekmiş babam, arabayı kullanamamış ağlamaktan. Orada yaşadığım sürece ben Bursa'dayken odamın kapısını kapalı tutmaşlar, ergenlik derdindeki lise günlerim gibi.
Babam hep bir umut geri dönmemi bekledi," ben yapamıyorum orada yalnız yaşamayı" dememi. Kıyamam, kızı yıllarca bunun hayaliyle büyümüş, bırakıp gelir mi?
Çok keyifle okudum orada, çok sevdiğim dostlarımla...
Annemler beni bırakıp gittiklerinde, yurttaki tüm kızlar gözyaşı dökerken, ben herkesi teselli etme derdinde...
Bir gün bile pişman olmadım oraya gittiğime, bir gün bile İstanbul'da olmalıydım demedim...

Öyle zordu ki aslında.
Akvuryumu kırılmış balık gibi,çırpınışlarım...
Ama seviyordum doğrusu o çırpınışları,kendimle olan yarışımı...

İlk bankaya gidişimi hatırlıyorum, babam hesap açmamı söylemişti.Bankadan içeri girdiğimde kalp atışlarımı ağzımda hissediyordum, sırada korkuyla bekliyordum. Vezneye geldiğimde, görevli bayanın yüzüne bakamıyordum, ık mık edip hesap açacaktım dediğimi kendim bile duyamıyordum. Hiç unutmuyorum hesabıma ilk 10,00 TL yatırmıştım. Ne büyük bir başarıydı, o zaman benim için ne büyük bir atılım...

Yurtta yer edinme zamanları vardı birde, öyle arada bir iş ki , biraz zorlarsan sınırı, yalnızda kalabilir, biraz sessiz kalırsan ayakçı da olabilirsin.İstanbul'da büyümenin bir avantajı belki, sorunsuz atlatmıştık, o dönemleri. Anadolu'dan gelen kızlar daha bir sessizdi, etliye sütlüye karışmaz, paylarına düşenle yetinirlerdi. İzmir'li lerle İstanbul'luların çekişmesi vardı bolca, şehrine aşık iki farklı grup, ne çok kavga ettik İstanbul 'mu İzmir'mi diye. Ne çok denedik fikirleri değiştirmeyi. Sonradan öğretiyor hayat, değiştirilebilecekleri ve hiç değişmeyecekleri...O yaşlarda dünyayı değiştiririm sanıyordum,öyle bir enerji...

Sonra o büyük anfi...
Okuduğum lise'de 20 kişilikti sınıf,o anfi ne çok etkilemişti beni...

Ama okulun en sevdiğim yeri, yemyeşil bahçesi, o çimlere yayılarak geçirmiştik üniversite günlerini.Nasıl unutulur ki bahar şenlikleri...

1 yıl dayandım yurttaki hayata...
Daha fazla zorlamak lazımdı sınırları,

Babam izin vermemişti ev tutmamıza,ranza arkadaşımla kararlıydık ama. Telefonda ikna çabaları aileleri,bir o ağlar kapatır,bir ben.Baktık ki alamayacağız biz bu izini.
Okulun son ayında,kendi kendimize tuttuk evimizi.Ne büyük cesaret. Bursa'da öğrencilere ev kiralarken genellikle senet imzalatırlar bir yıllık kira bedelini. Kontrata güvenmez pek mal sahipleri. Tabi o zamanlar bilmiyoruz da nedir ki bu senet dedikleri, şimdi düşünüyorum da tek bir adı var yaptığımızın cahil cesareti.

Evi tuttuk tutmasına bir yastık bile yok elimizde, gittik bi koşu ikinci elciye, öğrenci şehirlerinde bol bulunur kendilerinden, okulu bitiren öğrenci satar savar eşyalarını. Hiç unutmuyorum 2001 yılında 50 TL ' almıştık koltuk takımlarımızı,kadife...

bir üçlü bir ikili iki tekli hemde...

Araba tutacak para yok, baktık bi at arabası,üzerinde yaşlımı yaşlı bi amca,anlaştık onunla 5 liraya. Ama amca nasıl taşısın eşyaları yüklendik koltukları ,attık at arabasına. my lady japonum'la...

bu arada my lady japon benim ev arkadaşım,çekik gözlü tatar güzelim....

İkimiz taşıdık üçlü koltuğu 4.kata,kanter içinde...

Ama yok işte öyle bir mutluluk,2 oda bir salon bizim için malikane orda...

İlk evim o evdi benim...
İlk ödediğim kira...
İlk ödediğim fatura...
Hastalandığımda annemin yanımda olamadığı ilk ev...
Borcundan dolayı elektriği kesilen ilk ev...
Parasızlıktan süt tozuyla puding yapmaya çalıştığım ilk ev...
Büyük tüpü satıp,yerine küçük tüp alıp,kalan parayla yemeklik alıp,pişirdiğimiz ilk ev
Çorba makarnanın her akşam tüketilebildiği ilk ev...
İstediğim kadar yüksek sesle müzik dinleyebildiğim ilk ev...
Merdaneli çamaşır makinesi olan ilk ev...
İlk çamaşır yıkadığım ev...
İlk camını sildiğim ev...
İlk kez sarhoş olduğum ev...
2 odası olan bir evde 30 kişinin uyuyabildiği ev...

Ara ara burnuma kokusu gelen, içimi sızlatabilen ilk ev...

D.D.Y

8 Aralık 2010 Çarşamba

...Ceyla Gölcüklü...

Ceyla Gölcüklü'yü okudum dün gazetelerde...
Etkilendim çok...
Hastalığıda etkiledi elbette,ne kadar genç olduğuda...
Ama beni en çok etkileyen...
Hastalığın karşısındaki duruş şekli...

Bir insanın kendine duyduğu saygı...
Etrafında ki onca kalabalığa rağmen...
Üç beş yakınıyla mücadelesi hastalığıyla...

Belki onun yerinde başka bir sosyetik güzel,
Medyadan birileri...
Daha analiz sonuçlarını almadan...
Duyurmazlar mıydı...
Hastayım diye..

ilginç geldi gerçekten...
Doğru mu yanlış mı yaptığı
Tartamıyorum...

Ama kıyasladığımda çocunlukla...
Farklı bir davranış şekli olduğu kesin...
Geneli şöyledir sanki...
Herkese duyurma hali...
Tüm sevdiklerini etrafında görme isteği...
Belki biraz şefkat görme talebi...

Bilmiyorum ki işte...
İlginç geldi gerçekten...

Düşündüm de Allah korusun ama başıma gelse
Acaba ben ne yapardım diye...

7 Aralık 2010 Salı

...ikizler mi demiştik...



Heyheylerim geçiyor yavaş yavaş...
Bahsettiğim gibi ikizler buhranları bunlar...
Bazen öyle zor oluyor ki bu ruhsal atlamalar...
Kendi değişkenliğim beni bu kadar yorarken...
Etrafımdaki insanları düşünemiyorum çoğu zaman...
Hele sevgili...
Anlam veremiyor
Neye kızdı bu şimdi
Niye asık yine bu surat...
Ve yine anlam veremiyor eminim...
Ne düzeldi de, nerden geliyor bu kahkahalar...

Uzun lafın kısası zor bu yıldız savaşları...

Ama severim burcumu çoğu zaman...
En az kendimi sevdiğim kadar...

Eğer bana yakınsa yıldızlar...
Dünyayı değiştirecek kadar çok enerji...
Bol keyif...

Her yere adapte olabilme gücü...
Her duruma hızlı alışma...
Belki bazen hemen ortalıktan yokolma...

Çok hızlı ardı ardına cümleler kurma...
Bazen herkese meydan okuma...

Diyorum ya...
Severim burcumu çoğu zaman
En az kendimi sevdiğim kadar...

D.D.Y

6 Aralık 2010 Pazartesi

...siyaset...



Fransa'da ki öğrencilerden daha mı az "insan" bu çocuklar...
Kendi yavrularınızdan daha mı az kıymetli yavrular...
Fransadaki iktidardan daha mı iktidar bunlar...
Ali kıran başkesen oldu başımızdaki "adamlar"

Bir dinleseydiniz keşke...
Nedir anlatmak istedikleri...
Tahammül gösterebilseniz keşke ne diyor tam karşınızdaki...

Demokrasi düşmüyor maşallah ağzınızdan...
Tüm laik cumhuriyet karşıtı eylemleriniz " demokratikleştirme "süreçleri...

Peki protesto etmek...
Sopasız,silahsiz,gazsız...
Sadece haykırmak düşündüklerini...
Sadece haykırmak kendi payına düşen düşüncelerini...

Hani nerde demokrasi sevdalısı ak parti...

Çok mu zor...
Bu kadar mı dayanılmaz geliyor size...
Sizden olmayan insanların fikirleri...

Allah'ım sen kurtar bu art niyetlilerin ellerinden bizi...

Öyle zor ki izlemek,dayanamıyorum...

Anne değilim,Teyze değilim,Hala değilim...
Ama yinede almıyor içim, böcek muamelesi görmelerine.
Düşünmekten korkutulmalarına...
Sessiz kalmaya alıştırılmalarına...

"Siz bağdat caddesinde turlayın, elinizdeki kahvenizi yudumlayın...
Biz sizinde annelerinizde babalarınızda dedelerinizde ve hatta doğacak çocuklarınızda
yerine düşünüyoruz "siyasetinden..
Siz kot markanızı seçin...
Apaçi dansla dalga geçin...
Bir futbol maçında birbirinizi yiyin...
Okumayayın,öğrenmeyin çok bilip çok laf etmeyin... siyasetinden
Yiyin için ama yerli olmasın dikkat edin ...siyasetinden
gelmedi mi başımıza bu işler...

D.D.Y

4 Aralık 2010 Cumartesi

heyheylerim üzerimde, ilişmesin bana kimse...


neden böyle oluyor bana , anlam veremiyorum bir türlü, daha bir kaç gün önce hayatımdan son derece memnunken, acayip keyifliyken, enerji doluyken,
ortada ruh halimi değiştirmeme neden olacak hiçbirşey yokken...
ani bir manevra gibi...

bi kaç gündür bir huzursuzluk halleri...

Kim ne dese batıyor...
Biri baksa ne bakıyor...
Onlar orada hakkımda mı konuşuyor...
Biri bana bişey mi diyor...

Böyle bir huzursuzluk...
Böyle bir saldırganlık yok...

Yavrum benim en çok da sevgili alıyor ya nasibini...
Ama sevgili sende bazen çok zorluyorsun beni...

Gelme üzerime dedikçe...
Heyheyliyim bak dedikçe...
Seninle ilgisi yok dedikçe...

Ne oldu?
Ne var?
Sorun ne?
Neden gülmüyorsun?
Neden ...........yorsun?
Neden ............yorsun?
Neden............yorsun?
Uzar gider bu soruların  da? Sevgilinin bir cevabı yok ki
şöyle hali hazırda,

Ahh be annecim biraz daha tutsaydın ya beni karnında,çocuk doğurulurmu hiç haziranda...

D.D.Y

1 Aralık 2010 Çarşamba

?

bu aralar bana bi yazma isteği hasıl oldu...hayrola...
yazmak da yazmak değil hani..
hep bir hayal kurma halleri...

keşke öyle olsaydı da böyle olsaydı da...
bitmiyor hiç...
sanmayın ki halimden memnun değilim...
ama insanoğluyum neticede...
hep sahip olamadıklarını özler ya insan...
işte benim ki de o hesap

bir de yazdıkça keşfettim ki ben düz yazı yazmaya çalışırken hep bir kafiye hep bir kafiye...
şöyle birbiri ardına cümleler kuramıyorum nedense...
sanki normalde böyle konuşurmuşum gibi...

D.D.Y