28 Şubat 2011 Pazartesi

başıma gelenler...

Blogspotu görüntüleyemiyorum enteresan...
Bloglara girmek istediğimde bi bakıyorum sayfa bulunamadı diyor...
Bi bakıyorum siteye erişim mahmeke kararıyla durdurulmuştur diyor...
Kumanda panelim açılıyor neyse ki...
Eğer sesi mi duyan varsa...
Bi akıl veriverse bana :(((

24 Şubat 2011 Perşembe

cümlelerim bitmedi henüz...

Yokum bir süredir...Aslında buralardaydım...blogları okudum...Kimler ne yapmış ne yazmış öğrendim...Ama yazmak gelmedi içimden ne yorum ne yeni bir gönderi...
Sanırım...
Bazen susup dinlemek gerekiyor hayatı...
Hem kendi ruhumu dinlendirmek adına...
Hemde hayatı daha açık anlayabilmek adına...
Egolardan, hayallerden, ümitlerden ,nefretlerden ve tabiki sevgilerden arınıp...
Bir göz gezdirmek gerekiyor...
Bu sıralar fırsatımda oldu bol bol...
Son yıllarım geçti hep gözümün önünden...
Film şeridi gibi...
İnanılmayacak detaylarıyla...

Arabayla uzun yolculukları hep sevmişimdir...
Çok yüksek olmamak kaydıyla müzik çalar arka fonda...
Önünde bitmek bilmeyen bir yol görünür...
Şeritlerle ayrılmış...
Tercihine bırakılmış...
İnişleri çıkışları olan...
Tehlikeler riskler barındıran...
Hiç beklemediğin bir anda hiç beklenmeyen bir manzara...
Seni büyülercesine...

Hayat gibi değil mi sizcede...

Belki bundandır her yolculukta derin düşüncelere dalmam...
Hayatımın tamamını didik didik etmem...
Kendimi yargılamam...
Geçmişi sorgulamam...

Yakında paylaşacağım bir nedenden ötürü Konya'daydık bu hafta sonu...
Uzun yolculuklar adamı...
Daldı işte derin mevzuulara...

Diyorum ki
Hayat bazen hiç ummadığımız yollara sürüklüyor bizi...
İradeden ne kadar bahsetsek de...
İrademiz dışında değişimlere maruz kalıyor...
Ve biz olağanca gücümüzle bu değişimlere adapte olabilmeye uğraşıyoruz...
Ayakta kalmak adına...
Var olmak adına...
Hayatın düzeni budur belkide...

Demiştim ya işte ben pastacı olma sevdasına kapıldım diye...
Bir sürü eğitimler aldım...
Yüzlerce kişiyle tanıştım bu amaç uğruna...
Dostlar edindim...
Elimi şeker hamuru denen bir malzemeye bulaştırdım...
Sonrası geldi zaten...
Bir tutku misali...

Hayatın bana öğrettiği en büyük ders...
Hayatta hiçbirşeyi çok fazla istememek oldu...
Belki de bu sayede...

Çok istedim küçük bir butik pastane sahibi olmayı...
Tüm şartları zorladım...
Sonunda küçük bana göre çok sevimli bir butik pastaneye sahip oldum...
Adını Cake Make koydum...

Tacir adamların çocukları hep ticaretle uğraşmak ister...
Maaşlı işler onları hiç tatmin etmez...
Belki de genetiktir...
Tacir olma genleri vardır kim bilir...
Bize de babamızdan geçivermiş işte bu gen...

Ticaret tutku ister...
Cesaret ister...
Aldığın risklerin hakkını vermeni ister...
Geceleri uykunu kaçırmayı sever...
Kepenkleri indirip evine gittiğinde de kafanı kurcalamak ister...
Tilkileri hiç rahat vermez...
Dolanır durur kafanda...
Her yiğidin harcı değildir tacir olabilmek...

Bende gençliğin verdiği bitmez tükenmez cesaret ile başladım ticaret yapmaya...
Evliydim o ara...
Destek olacağını umduğum biri de vardı hayatımda...
Büyük bir neşe içinde açmıştım dükkanımın kapılarını...
Her sabah büyük bir keyifle paspas yapıyor...
Mutfağa çıkıyor...
Malzemeleri hazırlıyor...
Çalışmaya başlıyordum...
Yüzlerce insanın en mutlu günlerine şahit oldum...
Birlikte oturup hayal ettik pastaları...

Henüz para kazanamıyordum...
Aldığım krediyi girdiğim borçları kapatmaya uğraşıyordum...
Pasta işi bu...
Kutlama işi...
Gün gelir pazartesiden cumaya oturursun...
Cuma günü ardı ardına sipariş gelir...
Tek başımaydım...
Yetişemiyordum...
Haftanın üç günü sabahlara kadar çalışıyordum...
Sabaha karşı o dükkanın kepenklerini tek başıma indiriyordum...
Destek olacağını umduğum...
Evet derken iyi günden kötü günden bahsettiğim adam...
Yanımda durmak yerine karşıma geçmeyi seçmişti...
Her akşam kavga gürültü...

Hayatımın en zor dönemlerini yaşadım o dükkan açık kaldığı sürece...
Hayatta tek başına olduğumuzun farkına vardım...
Etrafındaki tüm kalabalıklara rağmen...
Mücadelenin tek başına olduğunu anladım...
Henüz 26 yaşındaydım...

Sadeleşmeye karar verdim bir gece de...
Ayrılmaya karar verdim...
Zor bi süreç...
Yıpratıcı...
Yaralarım hala durur belki de...
Ben artık görmezden gelsemde...

Boşanma kararıyla birlikte...
Yitirme süreci başlamış oldu hayatımda...
Ailemin yanına dönmeyi gururuma yediremedim...
Boşandığım adam kendi kazandıklarıma dahi ortak olunca...
Daha fazla direnemedim...
Ve çok sevdiğim Cake Make'den vazgeçtim...

Zordu vedalaşmak...
Çok zor...

17 Şubat 2011 Perşembe

Bu tadilat babaannemi anımsattı bana...

İşyeri karman çorman...
Tadilat var...
Boya yapılıyor...

Çocukluğumdan beri nefret ederim tadilattan...
Bütün odalar muşambayla örtülü...
Buz gibi geliyor bana...

Öyle düzen delisi bir tip de değilim üstelik...
Hatta oldukça dağınık biriyimdir...
Ama nedense hiç sevmiyorum işte bu tadilat işlerini...

Eşyaların üzeri örtüldü mü o mekan buz gibi gelir bana...
Bulunduğum yer yaşıyor hissi vermeli...
Üzeri örtülü eşyalar narkoz almış bir hastayı anımsatıyor...

İşte bu tadilat babaannemi anımsattı bana...

Babaannem çok titizdi benim...
Hatta hastalık derecesinde...
Evdeki tüm koltuklar bembeyaz örtülerle örtülü olurdu her gidişimizde...
Amcamla birlikte yaşardı babaannem...
O ev bana hep çok soğuk gelirdi.
Oturma odalarına sokmazdı bizi mesela...
Misafir odasında ağırlardı mutlaka...
Eğer ev çok kalabalık olur da girersek...
Huzursuzlaşır, ikide bir odaya gelir örtüleri düzeltirdi...
Koltuklara değmeyelim diye...
Kızmadım ona hiç...
Bilirdim bizi sevdiğini ama elinde değil ki...
Eğer o koltuklara değersek biz gittikten sonra bütün koltukları siler yıkar paklardı...
Kıyamazdım ona...
Ayakta dururdum bolca...
Tuvalete de giremezdik yine...
O da kimsenin evinde girmezdi...
Öyle titizdi işte...
Bazen babam kızar söylenirdi...
Böyle yaptığın için getirmiyorum çocukları sana diye...
Ama o da bilirdi...
İsteyerek yapmadığını...
Hastaydı o hastalıktı onun ki...
Babaanneciğim vefat edeli 9 yıl oldu...

Film gibi bir hayat yaşamış...
Belki bir gün torunlarından biri...
Onun hayatını kaleme alır ve kitapçılardaki raflardan birinden elinize ulaşır hayat hikayesi...
İnişlerle çıkışlarla dolu tıpkı bir türk filmi...

Onu hep hüzünlü ve huzursuz hatırlıyorum ne yazık ki...
Öyle çok büyük anılarım yok onunla ilgili...
Hayatım boyunca yalnızca 3 gün birlikte kalmıştık...
Hemde onların evinde...
Henüz 4-5 yaşlarındaydım...
Hiç istemeyerek gitmiştim hatırlıyorum...
Ama çok keyifli 3 gün geçirmiştim...
Hatta bazı anlar var ki hala gözümün önünde...
Amcamın işten geldiğinde bana mutlaka çikolata getirmesi...
Babaannemin elimden tutup beni alışverişe götürmesi...
Tüm esnafa gururla beni anlatması...
Saçlarımı taraması...
Akşam yemekleri...
Sabahları öperek uyandırması...
Yazık ki 20 yıllık birliktelikte yalnızca bu anılar var yaşanmış olan...
Ama..

Babaannem bizi severdi eminim...
Göstermeyi pek bilmese de...
Severdi...
Ben de onu severdim pek sokulamasamda...

Beni tüm aile babaanneme benzetir fiziksel olarak...
Gözlerimi özellikle...
Ama herkes hepbirağızdan kaderi benzemesin der...
Ne acı...

Huzur içinde yat babaannem...
Bu hayatta bir türlü bulamadığın huzura dilerim orada kavuşmuşsundur...
Bak bu soğuk şubat günü...
İşyerindeki bir tadilat...
Seni anımsattı bana...
Seninle yaşadığımız kısacık anıları...

14 Şubat 2011 Pazartesi

Sevgili sevdiğinden mektup var yine ve yine...

Sevgilim...
Ne kadar zor bir süreçten geçtiğimizin farkındayım...
Ama hayatın çiçekli yollardan ibaret olmadığını öğrendiğim yaşlardayım...
Bugün bizi zorlayan tüm şartlar,tüm sıkıntılar...
İstesekte istemesekte ardımızda kalacaklar...
Ve biz bir gün gelecek belki de bu günleri...
Hafızamızı zorlayarak hatırlayacağız...

Ama...

Şimdi an elele yürüme anıdır...
Bir yıl önce verdiğimiz sözler adına...
Şimdi an birlikte ayakta kalma anıdır...
İyi günde kötü günde evet diyebilmenin hatırına...

Tam 1 yıl önce bugün...
Hayatımın en güzel gecesini yaşattın bana...
Ve hayatıma girdiğin ilk günden beri...
En büyük heyecanları sen yaşattın yine bana...

Dün seninle elele izlerken o filmi...
Dedim ki kendi kendime...
Gerçekten "aşk tesadüfleri sever"miş...

Denizle Özgür'ün hikayesi...
Çennebazzla Zaza'nın ki ne ne çok benzer...

Aynı mahallelerde büyümüş...
Aynı sokaklarda koşturmuş...
Aynı sıralara oturmuş...
Aynı kantinden yemek yemiş...
Aynı öğretmenlerden ders dinlemiş...
Aynı muhtara gitmiş...
Aynı markete girmiş...
Aynı okulda başkalarına aşık olmuş...
Yollar hep kesişmiş...
Ama gözler hiç birbirini görememiş...
Taa ki yaş 30'lara gelene dek...

İyi ki gelmişsin sonunda...
İyi ki bulmuşsun beni...
İyi ki göstermişsin bana katışıksız sevgiyi...
İyi ki yaşatmışsın böyle sevilmeyi...
Ve iyi ki öğretmişsin...
Böylesine çok sevmeyi...

Hayatın bir planı var sevgilim...
Ve her yaşanmışlığın bir zamanı elbette...

Ve zaman...
Bizim zamanımız...
Dilerim sonsuza dek...
Aynı kalır aşkımız...

Sevgililer günümüz kutlu olsun sevgilim...

10 Şubat 2011 Perşembe

...Çocukluğumdur hala yüzümü güldüren...


Bugün facebook da bir ileti okudum...

"Tüm çocuklara sıkı sıkıya tembih etmek lazım.
Özlenmeye değer bir çocukluk yaşamasınlar diye.
Büyüyünce o günlere dönmeyi isteme aciziyeti fazla acıtıyor çünkü"


Çok etkilendim...

Çoğu zaman hissettiğim aciziyet belki de budur dedim kendi kendime...Farkında olmadan özlediğim çocukluğum...Ruhumun hep aradığı o katışıksız huzur...Ardımda bıraktığım çocukluğumda gizli...
Kendimi hep şanslı nitelendirdim...
Yaşadığım çocukluktan ötürü...

İstanbul'un güzel bir semtinde...
Mutlu bir aile içinde...
Yokluk görmeden...
Kavgasız gürültüsüz...
Huzurlu bir çocukluk...
Hemde gerçek bir çocuk gibi...

Hani şimdilerde göremediğimiz sokakta büyüyen çocuklardan...

Göztepe'de büyüdüm ben...
Mahallesinin tam ortasında az işleyen bir caddeye çıkan büyük bir meydan vardı. Belki de o zamanlar İstanbul'da bu kadar fazla araba olmadığındandı...
Dört apartman vardı o alanın etrafında...
Orasıydı işte bizim mahalle...

O dört apartmanın çocukları hep o alanda oynardık. Her apartmanın kendi bahçeside vardı. Küsüşür birbirimizi bahçelerimize sokmazdık zaman zaman.
Ama o alan...
Orası kurtarılmış bölge...
Kimse karışamaz girme! diye...
Tüm küsüşmeler orada başlar yine orada biterdi...
Başka mahalle çocukları ancak iznimizle girerdi...
Kızlı erkekli oynardık taa ortaokul sona kadar...
Bizim zamanımızda o yaşlarda flört edilmezdi...
Ondandı belki de...
14 15 yaşına kadar birlikte futbol oynayabildik,bisikletlerle yakalamaç oynayabildik,ağaçlara tırmandık,kukalı saklambaç oynadık.
Aşık olurduk elbet...
Ama hep platonik...

Ve hepimizin anneleri arkadaş,babalar akşam geldimi oyunumuza dahil olacak kadar genç...

Yaz tatili başladı mı bize...
Sabah kalkardık...
Gözümüzü açar açmaz sokak diye kudurmaya başlardık.
Nasıl zabt etsin bizi anneler...
Çaresiz izin verirlerdi...
Sabah atardık kendimizi sokağa...
Akşam babalar gelip bizi toplayana kadar...
Öğle sıcağında anne bi yerde yakalayıp eve sokabilirse çocuğu ne ala...

Ama bizi hiç güneş çarpmadı...
Soğuk hiç hasta etmedi...
Taş çekmedi...
Ağaçlardan düştük kollarımızı bacaklarımı kırdık...
Kafalarımızı yardık...
Bacaklarımızı yaraladık...
Ama hep çok eğlendik...
Bolca güldük...
Bolca kahkaha attık...

Acıkınca eve gitmeye gerek duymadık.
İstanbul Göztepe'de meyve ağaçlarından beslendik...
Kimimizin bahçesinde kiraz elma kimisinde dut incir...
Mecburduk elbet paylaşmaya...
Paylaşmayı öğrendik...
Oracıkta sokakta...

Ben;

Bisiklete binmeyi öğrendim orada,dizlerimi kanata kanata...
Zincir takmayı sonra,parmakları sıkıştıra sıkıştıra...
Ağaca tırmanmayı,meyve toplamayı...
Olgunlaşmalarını beklemeyi sabırla...
Futbol oynamayı...
Voleybol oynamayı...
Kaykay kullanmayı...
Patenle duvara ağaca çarpmadan durmayı...
Hakkımı aramayı...
Arkadaş bulmayı...
İletişim kurmayı...
Eski kitapları,oyuncakları satmayı...
Kendi kazandığın o paranın kıymetini...
Alın terini...
Kimseyi küçümsememeyi...
Katışıksız sevmeyi...
Dost olabilmeyi...
Hayvan sevmeyi...
Bugün biliyorum dediğim birçokşeyi...

29 yaşındayım şimdi...

O mahalle hala orada biz artık oturmasakta...
O alan oracıkta dört apartmana otoparklık yapmakta...
Ağaçların boynu bükük
Bizim gibi çocuklar aramakta...
Maç yaptığımız kale orada...
Top oynayacak çocuk beklemekte...
Ve biz o mahallenin çocukları nerede...
Herbirimiz şimdi ayrı semtlerde,ayrı şehirlerde...
Ama dostluğumuz hala yüreğimizde...
Hiç kopmadığım kopamayacağım çocukluk arkadaşlarım...
25. yılımıza giriyoruz çok yakında...
25 yıldır iyi ki varsınız yanımda yakınımda =)))

9 Şubat 2011 Çarşamba

...hayvan sevgisi...


Dün ofiste bir misafirim vardı...
Bütün gün dizimin dibinden ayrılmadı...
Yeni tanışmıştık oysa ki...
Ama insanoğlunun günden güne yitirdiği minnettar olma hissiyatı...
Onlarda hala mevcut...

Dün kendini hayvansever olarak tanımlayan bir daire sakini,zavallı köpeğini evini kirletir korkusundan olsa gerek, sabah dışarı çıkarken yangın merdiveni boşluğuna kapatmayı tercih etmiş. Önüne bir tas su bırakarak...
Kaçta çıktığı belli değil,kaçta döneceği belli değil. Onu alıp ofise getirdim. Ağlamaktan gözleri akmış. Yanına yaklaşmaya çalıştığımda saldırıya geçiyordu çünkü kendini yalnız ve terk edilmiş hissediyor, yaşadığı güvensizliği hırlayarak gizlemeye çalışıyordu. Önce yanına girdim,bulunduğu mekana, içeri girer girmez sığındı bacaklarıma...Gözlerinde ki çaresizlik nidalarıyla...

Veteriner hekimlik yapamıyorum ben çünkü bu düzene karşıyım ...
Bir klinik açıp en küçük operasyondan binlerce lira kazanamıyorum çünkü bu düzene karşıyım. Petshop'lara hangi koşullarda getirildiğini biliyor musunuz o yavruların...Ticari kazanç uğruna anne altından yeterince gelişmeden alındıklarını biliyor musunuz peki? Ve anne sütünden(colostrum) alacakları besin değerleri ve bağışıklık sistemleri için gerekli antikorları alamadıklarından tüm yavruların ölüm kalım savaşı verdiklerini biliyor musunuz? Mısır çarşısından,herhangi denetimsiz bir petshoptan aldığınız evcil hayvanların ne tür hastalıklar taşıdıklarını biliyor musunuz? Ve bu ticari kaygının...Hayvan sevgisi olmadığının farkında mısınız?
Veteriner hekimlik yapmıyorum çünkü;
Sivas Kangal'ı evin balkonunda beslemek hayvan sevgisi değil...
Soğuk iklim ırklarını ülkemize getirip yaz sıcağında iştahı çok kesildi,sürekli yatıyor,halsiz,benimle oynamıyor diye şikayet etmeniz hayvan sevgisi değil...
Boyunlarına bağladığınız iplerle onlara patronluk taslamanız hayvan sevgisi değil...
Verdiğiniz tuvalet eğitimi hayvan sevgisi değil...
Onların genetik kodlarında bu yok!
Biliyor musunuz evde beslenen köpeklerin çok yüksek bir oranı böbrek yetmezliği nedeniyle ölüyor.
Çünkü onlara verdiğiniz tuvalet eğitimi, ve bu eğitime olan güveniniz nedeniyle onları günde yalnızca iki defa dışarı çıkarmanız sonucu sürekli idrarlarını tutmak zorunda kalmaları buna neden oluyor.
Peki ya dışarı çıkardığınızda sizinle aynı tempoda yürümeye zorlamanızın kas ve iskelet sistemlerine hasar verdiğini biliyor muydunuz.
Şimdi tüm bunlar göz önüne alındığında evde evcil hayvan beslemek hayvan sevgisi mi oluyor...
Eğer bu hayvan sevgisi ise ben hayvan sevmiyorum! sevmekde istemiyorum...
Klinik açıp bu çıkmazın bir parçası olmak istemiyorum...

Sahiplendirilme kısmı da büyük bir çıkmaz maalesef. Sevgilisine kolye alırcasına fütursuzca yavru köpek hediye ediyor insanlar. Onun bir canlı olduğunu çoğu zaman unutarak. Barınaklar binlerce bencil insan kalıntılarıyla dolu... Sevgilisinden ayrılıp ilk iş köpeği barınağa terkedenler mi dersiniz. Çocuğum istedi aldım ablası ama bakmak çok zor diyenler mi dersiniz. Aldık ama çocuğun alerjisi çıktı diyenler mi? Bu terkediliş hikayeleri anlatmakla bitmez. Arkalarını dönüp evlerine gittiklerinde içlerinde ufacık bir sızı bile hissetmeyen insanların ardından o köpekler günlerce yas tutuyor, günlerce ağlıyor yemek yemeyi reddediyor. Beyninin yüzde bilmemkaçını kullandığı için diğer tüm canlılardan kendini üstün gören insanoğlu ne yazık ki bir köpek kadar sadakat,bağlılık duygularına sahip olamıyor...

Dün bütün gün bana arkadaşlık etti...Henüz yeni tanışmış olmamıza rağmen dizimin dibinden ayrılmadı...Gözlerimin içine sevgiyle baktı...Yanıma kimseleri yanaştırmadı...
Bugün bütün gün eksikliğini hissettirdi...Burnumda tüttü...Kafamı kurcaladı...Şimdi nasıl hissediyor acaba diye...

...Gölgelerin gücü adına...




Her sabah işe geldiğimde ilk işim blog'a bakmak oluyor nedense...
Gelen yorumlar neşelendiriyor,yeni takipçi dostlarım heyecanlandıyor...
Belki de günüm bunlar sayensinde çok daha keyifli geçiyor...
Bu sabah herzaman ki gibi ilk iş giriverdim bloguma...
Ve sevgili blog arkadaşım deep tarafından mimlendiğimi gördüm...
Aman ne heyecan...
Hemen koştum baktım bloguna...
Nedir günün mim'i diye...
Ve işte yine beliriverdi yüzümde o kocaman gülümseme...
Oysa ki...
Kısacık bir mim,kısacık bir soru belki de fazlasıyla olağan...
Ama heyecanlandırıyor beni işte...
Hislerimi paylaşmak kadar heyecanlandırıyor, sevdiklerimi sevmediklerimi paylaşmak...

Sorumuz bu...

Hangi çizgi film kahramanı olmak isterdiniz?

Kısacık mı kısacık...Ama beni çocukluğuma götürecek kadar derin...
Şimdi düşünüyorum da...
Ne kadar keyifliydi...Cumartesi pazar sabahları...
Erkenden kalkardım...
Kimsecikler aramıza girmesin isterdim çizgifilm dostlarımla...
Hele kardeşimi hiç istemezdim...
Ranzamız vardı odamızda...
Ben ranzanın üst katında o altında yatardı...
Onu uyandırmadan aşağı inebilmek için nefesimi tutardım...
Yeter ki o uyanmasın...
Peşime takılmasın...
Bugs bunny'le aramıza giremesin...
Annem uyanıp...
"Televizyon'u uzaktan izle" demesin...
Babam uyanıp...
"Dur kızım bi haberlere bakalım"demesin...diye...

Öyle çok severdim ki çizgi film izlemeyi...
Her çizgi filmde bir kahramanım olurdu mutlaka...

Leonardo mesela Ninja Kaplumbağa...
En karizmatik şerif Red-Kit...
En kurnaz tavşan Bugs Bunny...
En azimli çakalı bezdiren Road Runner ,nam-ı değer bip bipppp...
En zengin çocuk Richi Rich...
En haklı civciv Calimero...
En tatlı dinazor Denver...
En özgür ruh Heidi...

Ama

Kim mi olmak isterdim ben...




She-ra...Elbette Gölgelerin Gücü Adına...

7 Şubat 2011 Pazartesi

bazen...


İnsanoğlu bazen...
Vazgeçmek istiyor...
Mücadeleden yorgun düştüğü anlar oluyor...
Artık yeter takatım kalmadı diye sızlanıyor...
İçinde bulunduğu hayattan sıkılıyor...
Diş fırçalamak bile binbir eziyet geliyor...
Kapıyı vurup çıkıp gitmek istiyor...

Hiç bilmediğin gelecek sana çok daha kolay görünüyor...

Her gün yaptığın ,daha  önce yaparken seni mutluluktan zıplatanlar bile yüzünü gülümsetmiyor...
Belki giderek anlamını yitiriyor...

Ben işte bugün...
O "bazen" i yaşıyorum...

Yine isyanlarım baş kaldırıyor...
Endişelerim bastırılmıyor...
İçinde bulunduğum gerçeklikler,korkutucu geliyor...

İçimden bir ses yine ve yine...
Haydi kalk diyor...
Toparla valizini...
Al benliğini yanına...
Vur kendini yollara...

Şöyle ılık bir Ege kasabasında al soluğu...
Şımarık tatilcilerin olmadığı...
Kendini şımarık tatilcilere hazırlamak için...
Hafif meşrep bir kadın gibi...
Allanıp pullanmamışken henüz...

Sabah yeni uyanmış...
Tazecik kız gibi...
Yalnızca yüzünü yıkamış...
Gençliğin duruluğun güzelliğine sahip...
o kasabaya at kendini...

Hemen şöyle deniz kenarında...
Ahşap bir ev olsun mesela...
Önünde pergolası olan...
Pergolasında salıncağı ve tabiki sallanan sandalyesi...
Bir küçük masa olsun...
Masanın üzerinde duran mis gibi bir fesleğen...

Begonviller sarksın dört yandan...
Güneş denizi parıldatsın...
Deniz en şımarık haliyle ışıl ışıl ışıldasın...
Ruhunu aydınlatsın...

Tek bir insan olmasın...
Kuş cıvıltısı,dalga seslerinden başka hiç ses olmasın...
Hiç karnım acıkmasın...
Hiç susamasın...
Ne üşüsün ne terlesin...
Bedenim bile ruhuma ilişmesin...

Pergoladaki salıncakta...
Gözlerimi ara ara kapatıp...
İyot kokusunu ciğerlerimin en ücra köşelerine kadar çekip...
Güneşin sıcaklığını ruhumda hissedip...
Hiç bir şey düşünmeden uzansam...
Saatlerce hatta belki günlerce...

Ne kendimi...
Ne dostları...
Ne evi..
Ne işi...
Ne aileyi ve hatta sevgiliyi...
Ne bugünü ne yarını ne de dünü...
Ne haksızlıkları...
Ne vatan toprağını...
Ne hiç tanımadığım sokakta yatanları...
Ne okula gönderilmeyen zavallı kız çocuklarını...
Ne adaleti ne adaletsizliği...
Doğruyu yanlışı,haklıyı haksızı,açı toku,bilgini cahili,artıyı eksiyi,faturayı vergiyi,trafiği kalabalığı,gelenekleri tabuları,değişenleri değişmeyenleri,istediklerimi istemediklerimi,aldıklarımı verdiklerimi,duyduklarımı gördüklerimi...


Anne karnından sabah çıkmışcasına...
Yaşanmamışlık hissiyatıyla...

3 Şubat 2011 Perşembe


Herkes gibi...
Beni de çok etkiledi Defney Joy Foster'ın ölümü...
Yakıştıramadım bu gencecik insana...
Bebeğine doyamamasına üzüldüm en çok...
İnsan evladına doyar mı...
Doymaz elbet...
Ama görebilseydi keşke...
Okula gittiğini...
Okuduğunu...
İzleyebilseydi keyifle...
Oğlunun büyüyüşünü...

Kimseye yakışmıyor elbette ölüm...
Ama bazıları var ki...
Gerçekten çok sakil duruyor...
Ölümün adıyla anılması...
Defne'nin ekran önünde yaptığı hiç bir hareket sakil durmaz,tam tersine ona çok yakışırken...
O atlayan o zıplayan deli dolu kadına her türlü çılgınlık çok yakışmışken...
Ölüm tabut cenaze otopsi...
Hepsi çok sakil durdu...
Levent Üzümcü demiş en gerçek sözü;
"Toprak nasıl hazmedecek böyle bir enerjiyi"diye

Herkes gibi...
Kendimi düşündüm bende...
Ölümde var bu hayatta dedim yine...
Daha önce defalarca kez demiş olmama rağmen...
Şöyle bir silkindim yine...
Ne için bu mücadele...
Sahip olduğu herşeyi bırakıp gitmiyor mu insan?
Evladını bile...

Ölüm ...
En büyük çelişkiye iter beni...
Hem hayatımın,nefes alabiliyor olmamın değerini hissederim dibine kadar...
Hem de herşeyin bomboş olduğu hissine kapılırım elimde olmadan...

Farkında olmadan kapıldığımız hayat mücadelesi...
Bu hayat mücadelesi uğruna vazgeçtiğimiz onca hayal...
İçimi ürperten bir korku kaplıyor o zaman...
İster istemez düşünüyorum...
Şimdi kapıyı çalsa mesela...
Daha yapılmamış o kadar çok hayal...
Gidilmemiş o kadar çok yer...
Tadılmamış o kadar çok lezzet...
Okunmamış o kadar çok kitap...
Doyulmamış o kadar çok sevgi var ki...

Bilmiyoruz hayatımızın kıymetini...
Aslında ölmek değil mucize...
Yaşamaktır mucize olan...

Dilerim Defne hayallerine kavuşmuştur...
Dilerim mucizesinin tadına vararak,varolmuştur...
Ve dilerim gittiği yerde çok huzurludur...

1 Şubat 2011 Salı

Kaç yaşına gelirsen gel...
Kaç kişi tanırsan tanı...
İnsan sarrafı olunmuyormuş bunu anladım...

Yanımda bir kız vardı...sekreterim...
İşe ben aldım...
Bu zamana kadar defalarca çıkarılacak olmasına rağmen onu burada ben tuttum...
Elinden gerçekten hiçbir iş gelmemesine rağmen...
İşsiz kalmasın diye yapamadığı işleri dahi ben yaptım...

Kendini çok güzel zanneden...
Kendini çok akıllı zanneden...

Ve kadınların aklı ve güzellikleriyle herşeyi başarabileceğini zanneden bir zavallıymış oysa ki...

Ben dün anladım ki...
29 yaşındayım...
Bugüne kadar binlerce insanla tanıştım...
Yüzlerce insanla çalıştım...
Bir sürü dost kazandım...
Ama hala insanları tanıyamıyormuşum...

Ben dün anladım ki...
Yüzüne gülerken arkandan kuyunu kazabilecek kadar adileşebilirmiş insanlar...
Bu kadar basitleşebilirmiş...

Dertleşir gibi ağzından aldığı lafları bambaşka kalıplara sokup başkalarına anlatabilirmiş...

Bir yıl boyunca kendi kazandığın saygınlığını ayaklar altına sermeye çalışabilirmiş...

Yavrum; sen daha 24 yaşındasın...
Hayatta liseden başka hiç bir eğitim almamışsın...
Belli ki ailenden edep haya öğrenmemişsin...
Belli ki seni bu yaşından sonra cesaretlendirip üniversiteli yapmaya çalışan birine bile değer vermeyi öğrenememişsin...
Komplekslerinden hala arınamamışsın...
Hayatta yer edinmek için başkalarının üzerine basmana gerek olmadığını hala görememişsin...
Yalan ile dolan ile göze girilebilir zannetmişsin...
Karşındaki 45 50 yaşındaki insanların senin gibi bir sürü insan gördüklerini tahmin edememişsin...
Dün bana yaşattıklarını hakedecek ne yaptım inan bilmiyorum...
Hala da anlamıyorum...
Aynı gün canım cicim dediğin birinin arkasından o sözleri nasıl söyleyebildin inanamıyorum...
Beni bu kadar yaralayıp,canımı acıtmanı sağlayacak ne yaptım...
Bilmiyorum...
Seni sadece Allah'a havale ediyorum...
Allah seni ve senin gibileri ıslah etsin diyorum...

Ve 29 yaşında bir daha görüyorum ki...
Olduğum gibi olduğum sürece...
Dürüstlüğümden ödün vermediğim sürece...
Kadir kıymet bildiğim sürece...
Çıkarlarımdan önce vicdanım sesini dinlediğim sürece...
Kazandığım maaşın her bir kuruşunu hak edebilmeye çabaladığım sürece...

Sen ve senin gibi benliğini,insanlığı kaybetmiş yüzlerce insan daha gelse...

Kazandığım sevgiyi saygıyı itibarı kaybettiremez...

Dün sen bir savaş açtın kendince...
Bir oyun oynadın belkide...

Ama ben ne benliğimden,ne ruhumdan ne insanlığımdan hiçbirşey kaybetmedim...
Bak hala ben buradayım...
Sen ise eğer birazcık içinde Allah korkusu ve vicdan azabı varsa;
Ufak bir zafer için, vicdan azabı içinde evindesin...