30 Mart 2011 Çarşamba

...Çatıdan,duvardan ibaret değil şu İZOLASYON...

Kafam karışık bu günlerde blog...
Tıpkı seçim sonrası yaşadığım şaşkınlık gibi...
Ortada hiçde iyi gitmeyen bir ülke var...ve hatta Dünya...
Çevremdeki herkesle konuşuyorum bolca...
Herkesde inanılmaz bir farkındalık...
Ama hepimizde aynı şekilde inanılmaz bir ben üzerime düşeni yapıyorum halleri...

Şimdi kafamı karıştıran ne dersen eğer...

E bu kadar farkındalık sahibi insanlar varken etrafımda...
Herkes üzerine düşeni de yapmakta...
Peki bu ülkede yaşanılanlar, bu bölünme halleri, yolsuzluklar, yozlaşmalar nasıl oluyorda artarak devam ediyor...

Aynen son seçimlerde yaşadığım şaşkınlık...
Ortada % 47 gibi bir rakamla iktidar olmuş bir parti var...
En azından 3 kişiden biri bu partiye oy vermiş olmalı o halde...
Ama çevremde ve hatta bindiğim takside gittiğim markette,kuaförde,iş çevremde bu partiye oy vermiş bir Allahın kulu yok...
Peki diyorum o halde nerede bu 3 kişiden 1'i...
Yok...

Sonrasında farkediyorum ki...
Fazlasıyla izole yaşıyorum hayatı...

Yaşadığım semt, gittiğim mekanlar, tanıştığım insanlar fazlaca izole...
Birbirine benzer hayatlar, birbirine benzer hayat standartları, birbirine benzer eğitim seviyeleri...

Üniversite yıllarında siyasetle ilgilendiğim dönemlerde;
Bir arkadaşım yaşadığımız bir tartışma esnasında gerçekçi olmak gerekirse fena bir bozguna uğratmıştı beni..
Bana demişti ki İstanbul'un en iyi semtlerinden birinde doğup büyüyüp,kolejde okuyup,sosyal hayatını Bağdat Caddesinde geçirip, doğuda yaşanan sorunlardan pervasızca bahsedemezsin...
Yaşayıp görmediğin , içinde bulunmadığın bir sosyal düzenden dem vuramazsın...
O gün çok kızmıştım ona...Çok sinirlenmiştim...
Şimdi haklı olduğunu anlıyorum...
Yaşadığım izole hayatın yüzüme tokat gibi çarptığı günlerdeyim...

Güvenli evimde, eğitimli ailemle birlikte, eğitimli komşularımla elbette oturup bacaklarımızı uzatmış izlerken televizyonu...
Fırat'ın nasıl canına kıyıldığını izlerken,elimden gelen tek şey sinirden titremek olabiliyor çünkü...
Koskoca bir mahalle çocuğun yıllardır ruhen ve fiziksel şiddet gördüğünden bahsederken,sadece isyan edebiliyorum neden müdahale etmediniz diye...
Birinizin bile aklına gelmedi mi polise haber vermek,savcılığa gidip dilekçe vermek diye...

Ama işte ben o mahallede büyümedim ...Belki de hayatım boyunca öyle bir mahalleye yolum bile düşmedi...
O şartlarda hiç yaşamadım...
Çevremde yaşayan insanlar bile olmadı...
Şimdi nasıl anlayabilirim ki onları...

Ahh blog...
Bir yol bulabilsem keşke...

Hani şu güzellik yarışmalarında adaylara önerdikleri sihirli değnek var ya hani...
Hani her bir güzelin o değnek sayesinde tüm Dünya'ya barış getirmeyi hedeflediği...
O kadar güzel olmasamda verirler mi acaba bana da öyle bir sihirli değneği...
Zira çok ihtiyacım var bu günlerde öyle bir değneye...

Şimdi gidip biraz kafa yorma vakti...

29 Mart 2011 Salı

...Bu ülke onurunu yitirmiştir artık...

Bir kaç gündür...
Gazete okumak haberleri izlemek...
İçimi paramparça yapıyor...

O haberleri izledikten sonra ne yemek yiyebiliyor ne su içebiliyorum...
Yaptığım her şeyde bir suçluluk duygusu hissediyorum...
Benim de suçum vardır elbet...
Bu düzenin içinde değil miyim neticede...

Ayak diremiyoruz, isyan etmiyoruz...
Elimize verdikleri sahte oyuncaklardan başımızı kaldırmıyoruz...

Çok kötü şeyler oluyor be blog...
Ürkütücü çoğu zaman dehşet verici hatta...

Nasıl böylesine değişti Dünya...
Değerler nasıl yitirildi...
Bizler 50 'ler de 70 'lerde yaşayan o insanların çocukları torunları değil miyiz...

Nasıl bu kadar uzağız o ahlaki değerlerden...

Benim annemlerin zamanında İstanbul Bostancı'da insanlar kapılarının üzerinde bırakmıyor muydu anahtarlarını...
Cenaze evine günlerce yemekler taşınmıyor muydu...
Bayramlarda çocuklar komşuları gönül rahatlığı ile ziyaret etmiyor muydu...
O zamanlarda da insanlar ibadet etmiyor muydu...Kimsenin gözüne sokma ihtiyacı hissetmeden elbette...

Bizler o insanların çocukları torunları değil miyiz be blog...

Nasıl sardı etrafımızı bu yozluk, bu ahlaksızlık bu sapıklık...

Bu insanların çocukları ne yedi ne içti ne gördü ne okudu da şimdi...
Başkalarının çocuklarını gözünü kırpmadan öldürebilecek insanlar haline geldi...
Bizler hep övündüğümüz tarihimizle, koca koca harflerle yazdığımız Türk Örf Ve Adetlerimizle ne zaman vedalaştık...
Ne zamandır olmadığımız, olmamamız gereken insanlar haline dönüştük...

Aklım almıyor...

Bir insan bir insana nasıl yapabilir bunu...
Hele minicik, savunmasız bir çocuğa...
Nasıl iğrenç duygular beslersin o ufacık bedene...
Nasıl sürersin o pis ellerini...
Hiç kirlenmemiş tenine...

Nasıl kıyarsın...Nasıl kıydın...

Kızıyorum kendime çünkü bende suçluyum...
Kızıyorum kendime çünkü değiştirmek için bu düzeni kılımı kıpırdatmadım hala...
Boş kağıtlara imzalar atmakla olmuyor demek ki...
İmza kampanyanları...
Yürüyüşler...
Hiç bir işe yaramıyor...

Demek ki...
Bu ülkenin yargı organları hiç bir işe YARAMIYOR...

Unuttunuz mu...
Serpil Öğretmen'i...
1998 yılında kaçırıp tecavüz edip,öldüren katillerin yalnızca 8(SEKİZ) yıl yatıp aftan yararlanıp çıktıklarını unuttunuz mu?
Çıkar çıkmaz aynı katillerden birinin 2 kardeşi bıçaklayıp, bir ailenin daha canını yakıp tekrar hapise girdiğini...

Ve bu ülkede bunun gibi binlerce örnek olduğunu...

Kaç zavallı kızın tecavüzcüsüyle evlendirildiğini...Tecavüzcüye ceza verileceğine ödüllendirildiğini...

Bankaları hortumlayan, bizim emeklerimizi sömüren , çalıp çırpan adamları bakanların vekillerin ayakta karşıladığını...

Şerefli Türk askerlerinin üzerlerine çamur atarcasına senaryolar ile birlikte aylardır cezaevinde tuttuklarını...

Laik Atatürkçü olmanın en büyük suç sayıldığı günlerde, bir çocuğa tecavüzün, bir cana kıymanın cezası hepi topu 8 yıl...
Bu mudur? ADALET Bu mudur? YARGI

Bu ülke onurunu yitirmiştir artık...

25 Mart 2011 Cuma

nostalji günlüğü 2...

Nostalji hallerim devam etmekte sevgili blog...
Hayaller kurduruyor bana hayata dair...

Mesela diyorum şöyle bir cafem olsa...
Çok büyük olmayan...
O eski tip tekli kadife koltukları olan...
Koskocaman bir kütüphanesi olan...
Kütüphanede binbir çeşit kitabı olan...
İçinde her daim mis gibi kokular salan canlı çiçekleri olan...
Fonda elbette en nostaljik şarkılar 60'lardan 90'lara kadar...
Böyle huzur verici...
Eski tip bir televizyon...
Sessiz sessiz çalışan...
Ekranda Audrey Hepburn olan...
Siyah beyaz filmler...

50 lerinde hanımlar beyler olsa...
Orada kahvelerini yudumlarken...
Gençlikleri geçse gözlerinin önünden...
Yaşlı ama hala birbirine aşık çiftler gelse elele...
O 70'lerden gelen asaletleri ve şıklıklarıyla birlikte...
Oturup hayatlarından bahsetseler bana...
Hayata dair en gerçek nasihatları etseler...
Bizim zamanımızda diye başlayan cümleler eşliğinde...
Haysiyetten onurdan samimiyetden  bahsetseler...

Beni elimden tutup her hikayede o günlere götürseler...

24 Mart 2011 Perşembe

nostalji...


Bugünlerde yine maziye hapsettim kendimi...
Nostalji günlerimi yaşamaktayım...
Eski yıpranmış herşeye ilgim sonsuz...

Joy fm açıyorum sabah işimin başına geçer geçmez...
O şarkılar alıp alıp götürüyor beni...
Her defasında bambaşka yerlere...

Ardarda gelen yitirişlerin acısını zamanında yaşayamamak...
Böyle bir sonuç doğuruyor işte bünyede...
Halbuki o gün ağlanmalıydı hıçkıra hıçkıra...
İçimde büyüyttüklerim bazen boyumu aşarcasına...
Beklemediğim anlarda karşıma dikiliveriyor böyle...

Dün pastacılık günlerinde yaptığım pastaların fotoğraflarını düzenleyiverdim...
Facebook'a "bir zamanlar pastacıydım" albümü yaptım...
Sonra o bir zamanlar çok dokundu içime...
Delisiye özlediğimi fark ettim elimde hayat bulan o minik karakterleri...
Pastasına kavuşan miniklerin gözlerindeki o tarifsiz ışıltıyı...
Cake Make'in bitmek bilmez misafirlerini...
O çikolata kokusu eşliğinde içilen kahvelerle yapılan sohbetleri...

Gece tek başıma...
Fonda harika bir müzik eşliğinde,üzerimde önlüğüm içeride pandispanya kokusu...
Ellerim işlerken ruhumun dinlenişini...
Çok özlemişim be blog...

8 Mart 2011 Salı

...

Tatlı tatlı kar yağıyor dışarıda...
Çocukluğumdaki gibi cam kenarında kollarımı kavuşturmuş,çenemi kollarıma gömmüş kar yağışını izliyorum...
Kar tanelerinin nazlı nazlı süzülmesini...
Çocukken hissettiğim heyecanı hissetmeye çalışıyorum...

Elbette zor aynı heyecanı hissetmek...

Ve aniden içime tarifi imkansız bir sızı yerleşiyor...

Çocukluğumu özlediğimi hissediyorum bedenimin her hücresinde...
Tüm sevdiklerimin hala aramızda olduğu...
Anneciğimle babacığım gencecikken henüz...
Evimizde huzursuzluk nedir bilmediğimiz günler...
Kimselere veda etmemişken...

Bazen düşünüyorum nasıl bir histi...
Sınırsız coşkuyla mutlu olmak...
Büyüdükçe yitirdiğim coşku...
Ardımızda bıraktığımız sevdiklerimiz ve yeni gelen her yaşın beraberinde getirdiği sorumluluklar sonucu mu terk etti beni...

Mesela bugün düşünüyorum da...

Kar yağıyor... mutluyum...
Doğalgaz faturası kabarıyor...huzursuzum...
Karnım ağrıyor ama çalışmak zorundayım...gerginim...
Bazı dostlarıma... kırgınım...
Kimilerine... özlem doluyum...
Yaşanmışlıklardan... yorgunum
Annem mutsuz...mutsuzum...
Babam tekrar hastalandı...kahroluyorum...

Şimdi çoşkuyla mutlu olmak...Çocukken var olan o sınırsız coşkuyla mutlu olabilme hissiyatına sahip olabilmek mümkün mü...

Her sevindiğim an içimde tarifsiz pişmanlık hissetmekten alıkoyamıyorum kendimi...Babamı kaybetme korkusu beklemediğim her an her yerde avucunun içine alıyor beni...Bağıra bağıra ağlmak istiyorum...
Belki bazen isyan etmek...
Onu almana izin vermeyeceğim demek...
Ama öyle güçlü ki bu hastalık...Karşısında hissettiğim zayıflık dizlerimi büküyor...

Öyle acımasız ki...
O hala hayattayken kaybetmiş hissi yaratıyor...Ve bu his hiç azalmıyor...
Birlikte gittiğimiz her yer bu defa son mu korkusu yaşatıyor...
Coşkuyla kahkaha attığım her an en büyük yasla ağlayacağım anı çağırıyor...
Kollarının arasındayken bir gün gideceğini fısıldıyor...

Ahh canım babam...
Öyle zor ki...
Başaçıkabilmek...
Bu yaşıma kadar her kederimden sen kurtardın beni...
Hep sen teskin ettin içimdeki fırtınaları...
Her yere düştüğümde sen elimden tutup kaldırdın...
Arkama her baktığımda sen hep oradaydın...

Şimdi henüz yaşanmamışken...
Beni bu kadar derbeder eden derdimi...
O gün geldiğinde...

Sensiz...
Bi başıma... !

3 Mart 2011 Perşembe



Sevgili blog;

Seninle aramıza ülkemizin yüksek demokrasi anlayışı giriverdi işte...
Yasaklamalarda en başarılı ülkede yaşamanın çetrefilleri bunlar...
Üç beş sorumsuz insan yüzünden milyonlarca kişiyi mağdur edebilme hakkı sanırım bir tek bu ülkenin yargı organlarında mevcut...
Çözüm bulma anlayışı çözümsüzlük olunca hal böyle oluyor elbette...

10 gündür blogger'a giremiyordum...
Kumanda panelim açılıyor ancak hiçbir blogspot adresini görüntüleyemiyordum...
İlk önce kendi bilgisayarımda bir sorun oluştuğunu sandım...
İki üç gün bilgisayarın internet seçenekleriyle uğraşıp durdum...
Sonrasında mahkeme kararıyla erişim engellenmiştir uyarısı çıkmaya başladı...
Ama bütün arkadaşlarım erişim sağlarken beni neden engellediklerini anlamlandırmaya çalıştım...
Olayın iç yüzü iki gün önce Milliyet gazetesinde ki bir haber sayesinde açıklığa kavuştu...

Meğerse;
Üç beş kendini bilmezin emek hırsızlığı yüzünden ;

Diyarbakır 5. Asliye Ceza Mahkemesi, 14.01.2011 tarih ve 2011/156 D iş sayılı kararı ile erişim engellenmiş....Ve bu yasağı şu an sadece Superonline uyguluyormuş...Karar, diğer servis sağlayıcılara da iletildiğinde blogspot adresli tüm sitelere girilemeyecekmiş...

Bende bir superonline(quiknet) abonesi olduğumdan erişimim engellenmiş....

Ama sevgili blogcuğum çennebazz senin hasretine daha fazla dayanamayıp ilişkimize dolaylı yollardan devam etme kararı aldı...Nerden mi tabi ki "ktunnel"den =)))