27 Ekim 2010 Çarşamba

nino'ma...




Dostluklar paylaştıkça büyür...
Dil din ırk yaş hiç farketmez...
Dostluklar yeri geldiğinde gözyaşlarıyla yeri geldiğinde kahkahalarla büyür...
Omzunda hesapsız ağlayabileceğin insandır dostun...
Ağlarken bir anda haline katıla katıla gülebildiğin kişidir dostun...
Yeri geldiğinde çocuğun gibi azarlayabildiğin yeri geldiğinde göğsüne bastırabildiğindir dostun...
Yanında yakınında olması gerekmez...
Ağladığında aranda kilometrelerde olsa yanında hissettiğindir dostun...

Aramızda km'ler var belki seninle...
Belki zaman zaman hayat telaşından seni unuttuğumu düşünüyorsun,belki bana kızıp kırılıyorsun...
Ama biliyorsun...
Gözünden düşen her damlada...
İçinden geçen her cümlede...
Güldüğün her anıda...
Sövdüğün her adamda...
Gittiğin her yerde...
Gitmek istediklerinde...

ben varım...
ben hep ordayım...
ben hep yanındayım...
D.D.Y

26 Ekim 2010 Salı

hayat kocaman bir kahkaha...


ne keyifli bir haftasonuydu...
işte hep istediğim hayat bana kalsın formuydu...
yapılacaklar listesi yoktu...

uyanıruyanmaz ilk onun gülümseyen yüzü...
birlikte yapılan mükellef bir kahvaltı...
elele yürüyüş...
sonra tekrar eve dönüş...
aburcuburlarımız kucağımızda dvd keyfi...
birlikte mutfakta bişiler pişirmece...
pişirilenleri yemece..
arkadaşları toparlayıp lunaparka gitmece...


ne keyifli bir haftasonuydu...
lunaparkta sevdiğin ve dostlarınla
20 yıl geriye sarıp,
çığlıklara karışan kahkahalara eklenen adrenalin...
yüzüne vuran buz gibi rüzgar...
kahkahadan mı rüzgardan mı anlayamadığın gözlerin yaşarması...

sonra her zaman gittiğin
her gittiğinde kendini evinde hissettiğin o yer de
bütün sorumluluklarını unutup
sıkıntılarını üzerinden atıp
sadece anlatılan kelimeleri anlamaya çalışıp
söylenmemesi gereken kelimeleri söyleyip
çaktırmadan 3 den fazla pas geçip
ve hatta kum saatinde hile yapıp
saatlerin nasıl geçtiğini anlamadan sabah ezanıyla kendine gelip
o tatlı yorgunlukla yine sevdiğinin kollarında yüzünde kocaman bi sırıtma...
ve rüyalarında TABU da anlatamadığın kelimeler üzerinde çalışıp...
gece uyanıp üşümüş ayaklarını sevdiğinin ayaklarında ısıtıp,
kokusunu içine çekip yine kocaman sırıtıp en huzurlu uykuya dalma...

hayat bu işte yaa...
D.D.Y

23 Ekim 2010 Cumartesi

...anlam,mana,mania,meal...




sonbahar geldi ya hani...
yapraklar dökülmeye...
soğuk rüzgarlar esmeyede başladı...
beklenmedik zamanlarda yağmurlar yağmaya başladı...
trençkotlar çıktı kaldırıldıkları yerlerden...
çizmeler ayağa geçti bile...

yani genelde optimist bi tipimdir ya ben...
bulurum mutlaka her talihsizliğin içinde eğlenecek gülecek bişeyler...
diyorum ki şu mevsim değişikliklerinde de bulabilsem...
mesela sonbaharı keyifli hale getirebilsem...
cebimde kendi güneşimle gezsem...

düşünüyorum düşünüyorum yok...

ilkbaharda tomurcuk açan bi ağaç,
duvarlardan filiz vermiş bir çiçek,
sana özlemle göz kırpan bir güneş,
ışıl ışıl parlayan masmavi bir deniz,
yeni doğmuş bir kedi yavrusu,

hepsi sana işte bak hayat var derken,yaşamayı simgelerken

sonbaharda dökülen yapraklar,
sadece dalları kalmış bir ağaç,
bırakın duvarda filiz vermeyi,yeşerdiği toprakta can çekişen bir çiçek,
kaçarcasına uzaklaşan göçmen kuşlar,
yaprakları savura savura esen bir rüzgar,

hepsi sana işte bak bu hayatta ölümde var vedada var demiyor mu?

enteresandır belki ama bana sanki doğa bizi eğitmek istercesine kurmuş düzenini gibi geliyor...

çocukluğumdan beri anlamlar ararım ben,kendimce yorumlar yaparım.en sevdiğim oyundur belkide,

mesela 4 yaşındayken anneanneme ben hayatın sırrını çözdüm diyerek koşmuşum,ve demişim ki

hayat bir çocuğun rüyasıdır...

ne demek mi bu.yaşadığım hayatın bir çocuğun rüyasında geçtiğini düşünmüşüm ya bir çocuğun oyuncakları olduğumuzu...

hiç vazgeçmedim anlamlar aramaktan;

duvardaki çatlaklardan,gördüğüm rüyalardan,arabada yolculuk ederken bi an gördüğüm tabeladan,denizdeki dalgalardan ve aklıma gelmeyen tonlarca şeyden...

hala en sevdiğim oyundur...
hala en sevdiğim huyumdur...
merak etmek gerek,hayatı anlamlandırmak gerek,sormak gerek sorgulamak...
D.D.Y

21 Ekim 2010 Perşembe

?



mutlu olmanın bir sırrı var mıdır acaba?

az şey istemek mi...
beklentileri küçültmek mi...
ama neye göre kime göre...
mesela iki bebek haberi alıyorum...
bir mutlu anne adayı, bir çaresiz mutsuz...
şimdi haber aynı haber
ama kadınlar farklı
beklentiler farklı
şartlar farklı
ve bu bağlamda sonuç farklı...

peki şimdi mutsuz olmamız tamamen bizimle mi alakalı ?

üniversiteyi başka bir şehirde okudum ben...
18 yaşında başka bir şehirde tek başımaydım...
o güne kadar hiç bankaya gitmemiş,hiç yemek yapmamış hiçbir sorumluluk almamıştım...
ama alelacele alınmış bir kararla
ailemin tüm engelleme çalışmalarına rağmen
gittim...

yolunu kaybetmiş çirkin ördek yavrusu...

işte o zamanlarda kendimi tanıma telaşına kapıldım...
sınırlarımı zorlamaya alıştım...
yapamam dediğim çok şeyi yapmaya zorladım...

ve o günlerden bana kalan şey...
hep bi eksik olma duygusu...

yani...

zaman  akıp gidiyor ama ben hala .................... yapmadım.
okunacak tonlarca kitap var öğrenilecek tonlarca bilgi ve gezilecek tonlarca yer
ama ben napıyorum...

her sabah 9 da kalkıyor
işine gidiyor
bütün gün bilgisayar başında kendini köreltiyor...
akşam 7 de işten çıkıyor
8 de eve geliyor...
gerisi aynı işte
hergün her hafta her ay
tıpkı böyle geçiyor...

her aya yeni planlarla başlayıp
büyük hayaller kurup
bir öncekinin aynısını yaşamak bazen katlanılmaz oluyor...

mutluluktan buraya nasıl geldim merak ediyorsanız eğer
işte benim mutsuzluğumda bu

ne yaparsam,nereye gidersem gideyim o gün ne öğrenirsem  öğreneyim ne okursam okuyayım hep bir eksik kalma hissiyatı...

ama daha  
okunacak tonlarca kitap var öğrenilecek tonlarca bilgi ve gezilecek tonlarca yer...


nedir acaba bunun psikolojide ki tanımı?
D.D.Y

20 Ekim 2010 Çarşamba

...



yol ayrımları var hayatta bazen öylesine keskin virajlar...
hayat seçimlerden ibaret...
seçtiklerinle varsın...
seçtiklerin kadarsın...

hadi be sevgili şimdi gel hemen bir saniye bile bekletme beni...
bu yazı bile yarım kalsın...
üç noktalarla donansın...
herkes istediği sonu yazsın...

hadi gel be sevgili elinde çiçeklerle...
hadi gel be sevgili yüzünde gülücükle...
aç kollarını kocaman...
sar arasında...
ne yağmurdan ıslanayım,ne rüzgardan savrulsun saçlarım...

hadi gel sevgili topla dağılmış sevdiğini...
D.D.Y

18 Ekim 2010 Pazartesi

...

bir adam keşfettim...
içime işliyor resmen...
beni benden iyi tanıyor sanki...
bi adam keşfettim...
içimi okuyor sanki...

onu dinliyorum şu sıralar bol bol...
iyi geliyor bana
işteburda
sizde bi dinleyiverin bence...
D.D.Y

15 Ekim 2010 Cuma

hayatım içimden geçen cümleler içinde geçti...
















tatile gidesim var...
gitmeden önce 1 hafta evimde keyif yapasım...
hele şu yağmurlu kasvetli havalarda...
müziği açıp battaniyeme sarılıp...
kitap okuyup uyuklayıp...
uyanıp yemek yiyip...
bulmaca çözüp uyuklayıp...
uyanıp sicak çikolata içip...
müziği kapatıp dvd izleyip...
sabah kalktığım pijamalarımla günü tamamlayasım var...

buna depresyon diyor bazıları ama bence sadece yorgunluk...

depresyonda değilim ama yorgunum...

işe gitmekten yorgunum...
eve gelebilme telaşından yorgunum...
kilo verebilme telaşından yorgunum...
bitmek bilmeyen düğün nikah kına gecesi merasimlerinden yorgunum...
kafamın içindeki tilkilerin koşturmasından yorgunum...
fatura ödemekten yorgunum...
gelecek planlarından yorgunum...
hastalık haberleri dinlemekten yorgunum...
kanserle mücadele fikrinden yorgunum...
babamı kaybetme korkusundan yorgunum...

yorgunum yorgunum yorgunum...
ama depresyonda değilim biliyorum çünkü
düzelecek herşey...
bugün beni yoran herşey yerini binbir güzelliğe bırakacak
inanıyorum...

şimdi abantta olsam...
göl kenarında sevdiğimin kollarında dökülen yaprakları saça saça
öpüşüp koklaşa
en romantik şarkılar kulağımızda
yürüsek uzun uzun...

sadece ikimiz olsak...
sadece kuşlar...
sadece böcekler...

iyi ki varsın sen sevgili...
iyi ki elimi tutuyorsun...
iyi ki gözümün içine her baktığında beni milyonlarca kez seviyorsun...
ve iyi ki seviliyorsun...
D.D.Y

14 Ekim 2010 Perşembe

yağmur yağmur yağmur...

ne çok yağmur yağdı bu yıl...
bazen diyorum eyy Allah'ım bütün rahmetini aynı güne sığdırmak zorunda mıydın?

oldum olası nefret ederim yağmurlu havalardan. çok keyifli olduğum yağmurlu bir gün hatırlamıyorum hiç...yaz yağmurları dışında...
bi o kadar da severim halbuki yaz yağmurunu ne yaman çelişkidir bu böyle...
benim sorunum havadan gelen su damlacıkları değil,güneşi görmemi engelleyen kara bulutlar...
güneşli bir günde doğdum diye mi bilinmez ama onsuz mutlu olamıyor bu beden...
güneşi göremediği günlerde yataktan bile çıkmak istemiyor...

ıslanmaktan üşümekten kat kat giyinmekten nefret ediyor...

hele de istanbul'da bir sabah işe yetişme telaşındaysa...

ve bütün yaz otobüs minibüs kullanan yurdum insanının gökten gelen su damlaları karşısında taksileri kapışması neticesinde ortada kalmışsa...
caddenin kenarında kibritçi kız edasıyla aynı anda  tek bir şemsiyeyi yoldan saçılan çamurlara ve tepemden boşalan yağmur sularına siper etmek zorunda kalmışsa...
beklenen boş taksi bir türlü gelmiyorsa...
işe geç kalmışsa...
hele bir de  acıkmışsa...
D.D.Y

13 Ekim 2010 Çarşamba

Ekim ayı Kanser ayı...



Ben geçtiğimiz yıl öğrendim ekim ayının kanser ayı olduğunu...Yazık ki ancak başımıza geldiğinde öğrendim...Yazık ki bu iş başımıza gelene kadar bu denli hassasiyet gösteremedim...
İnsanoğlunun yeni yaşam tarzı mı bu kadar uzaklaştırdı bu kadar umursamazlaştırdı bilmiyorum...
Her sabah kendi dertlerimizle uyanıp,her gün kendi mücadelemizle uğraşıp her akşam kendi yorgunluklarımızla uyur hale geldik...Kaçımız biliyoruz yan komşumuzun derdini tasasını...
Nasıl böylesine bencilleşebildik...
Nasıl bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasıncı olduk...
Ben henüz 28 yaşındayım...Ama çocukluk anılarımda çok net bir kare vardır...Komşularımızın bize geldiği annelerimizin sabah kahvesinde dertleştiği çoğu zaman birbirlerinin dertlerine birlikte gözyaşı döktüğü...
Çok net hatırlıyorum aralarında para birleştirdiklerini...
Çok net hatırlıyorum evlenecek kızların çeyiz hazırlıklarının birlikte yapıldığını...
Eşlerini,evlerini,çocuklarından dertlendiklerini,ve bunu tüm dürüstlükleri ve samimimetleriyle paylaştıklarını hatta...
Şimdilerde yan komşumuzu tanımıyoruz.Aç mı tok mu bilmiyoruz.
Çok yakın 3-5 dosttan ailemizden başka kimselere derdimizi dökemiyoruz. Hatta belki de kan kusup kızılcık şerbeti içtik diyoruz...
Nasıl oldu bu yalınlaşma bu yalnızlaşma anlam veremiyorum...
Ama neticede ben de bu düzenin bir parçasıyım artık çok çok üzülsemde...

Bu ay kanser ayı...

Bilir misiniz bu ülkede bir çok kanser hastası mali yetersizlikler nedeniyle tedavi olamıyor...
Bilir misiniz bu ülke vatandaşına hayatı boyunca kullanması gereken bir ilacı muadili olduğunu varsayıp ancak 3 ay reçeteli  karşılıyor...
Bilir miniz bu ülkede bir çok kanser hastası hastanelerden bulaşan enfektif hastalıklar sonucu hayata veda ediyor...
Bilir misiniz bu ülkede devlet hastanelerinde onkoloji servislerinde kemo. alan bağışıklık sistemi altüst olmuş hastalar 6 kişilik koğuşlarda yatıyor...
Bilir misiniz kanserle mücadelede saatler önemliyken bu ülkede kanser hastaları 3 ay mr röntgen tomografi sırası bekliyor...
Bilir misiniz 8.000 dolarlık bir ilacı kullanmanız gerektiğini bilirken artık tek şansınızın bu olduğunu öğrendiğinizde devletin bunu kabul etmeyeceğini gördüğünüzde yaşanan çaresizliği...
Bilir misiniz 8 kür kemo tedavisinin yaklaşık 400.000 TL olduğunu...
Bilir misiniz kemoterapinin ne kadar ızdıraplı olduğunu...
Bilir misiniz bir organınızdan vazgeçminin ne demek olduğunu...
VE bilir misiniz sevdikleriniz bunları yaşarken çaresiz kalmanın ne olduğunu...

Biliyoruz diyoruz ama aslında hiçbirşey bilmiyoruz...
Taa ki hayat bize sarsıcı bir tokatla bunların hepsini birer birer yaşatana kadar...


Dilerim kimseler yaşamaz bu sancılı hastalığı...Dilerim kimseler kaybetmekten böylesine korkmaz sevdiklerini...
Dilerim bu devran değişir...Dilerim tüm kanser hastalarını Allah sevdiklerine bağışlar herbirine acil şifalar verir...

Hayatını kaybetmiş ya da mücadele eden her bir kanser hastası , aile üyesi ya da arkadaşı anısına ve savaşmaya devam edenlerin onurlu mücadelesi adına sevdiğiniz kanserli ya da daha önce bunu yaşamış birisi adına birşeyler yapalım mutlaka...
D.D.Y

9 Ekim 2010 Cumartesi

KANSER günlüğü 2




Kanser...
İnsanoğlunun hep yanında yakınında hatta bedeninin biryerlerinde varolan ancak insanın kendine yakıştıramadığı gerçek...
Hangimizin aklından geçmiyor yakalanacağı korkusu ama aynı zamanda hangimiz benim başıma gelmez diye de geçirmiyor içinden...
Fast food besleniyorken...
Vücudumuzu masa başı yaşamaya alıştırıyorken...
Her grip olduğumuzda türlü türlü ilaçlar kullanıyorken...
Manavdan aldığımız domatesi evde bir güzel yiyorken...
Bulaşık makinesinden çıkmış pırıl pırıl tabaklarımızla yemek servis ediyorken...
Çamaşır makinesinden çıkmış cici bici elbiselerimizi üzerimize giyiyorken...
Ve hatta KANSER'den bahsederken canımız sıkılıp Sigara içiyorken...

Biz de hep korktuk başımıza geleceğinden,hep bildik yanımızda yakınmızda varolduğunu ancak bir tarafımızda hiç konduramadı bu hastalığı. Hem çok yakınken hem çok uzak sandık...

Ve o gün gelip çattığında,yüzleşmek istemediğim türlü türlü gerçekle defalarca yüzleştik...

Babacığıma kanser teşhisi konuldu onlarca çektiği sıkıntının ardından...Daha önce hiç duymadığım bir çeşidi Multiple Myeloma denilen...

2 yıl oldu bu gerçekle yaşamaya çalışıyoruz. 2 yıl oldu tonlarca badireler atlatıyoruz.2 yıl oldu anlamsız gözlerle bu ülkenin sağlık sistemini algılamaya çalışıyoruz...

Çok şükür ki özel sağlık sigortası yaptırmayı akıl etmişiz.Çok şükür ki her ay ödenecek o rakam bütçemizi aşmamış.Çok şükür ki babacığım 2 gömlek az giyerim ama sağık sigortası yaptırırım diyebilmiş...

Eğer olmasaydı başedemezdik çünkü...Bu ağır mücadeleye bir de hesaplar kitaplar,mali sıkıntılar eklense ayakta kalmazdık...

Teşhisimiz GATA 'da konuldu, o hastanede çok zorlu 2 ay geçirdik...Askeri hastane olduğundan babamı her istediğimizde ziyaret edemedik,odalar yemekler gibi fiziki koşullar gerçekten daha önce doktorumuzun bizi uyardığı kadar vardı.Ancak bunların yanında hemşiresinden doktoruna çok profösyonel bir teknik kadro da vardı...Teşhisimizden sonra tedavinin devamı için hijyenik koşullarda kemoterapi görebilmesi için Maslak Acıbadem Hastanesi'ne geçtik.

8 kür Velcade adında bir kemo. ilacı kullandık...Tabi şu an burada kısa cümlelerle anlattığım tüm bu gelişmeler bizim için  aylar boyunca çok ağır bir süreçti...Anneme sorsanız belki de ömrümün en uzun 2 yılı der geçirdiğimiz bu 2 yıla...

Kemo tedavisi gerçekten çok zorlu bir süreç biz biraz daha şanslıydık sanırım çok iyi bir ilaçla başlamışız tedaviye sevgili doktorumuz Ahmet Bey sayesinde...Ancak bizim bazı handikaplarımız vardı tedavi sürecinde bizi daha da zorlayan...

Biz hastalığı farkedene kadar hastalık babamın böbreklerini iflas ettirdi,diyalize bağlandı,sebebi hastalıktan ötürü kemiklerde kalsiyum ve potasyum kaçağı oluşması ve kalsiyum ve potasyumun babamın böbreklerini tıkaması sonucuyla böbrekler iflas etti.

Böylesine dirençli bir hastalığı böbrekten değil karaciğerden atılan 3 - 5 ilaç ile devam ettirmek zorunda kaldık...Teşhis konana kadar perişan olmuş bir bünye ile böylesi bir hastalıkla başedilmek adına çok çaba serfetti...

Ama benim öyle bir babam var ki...

O hep gülen gözlerle , sapasağlam bastı ayağını yere...

Biz yıkıldık ...Yine o kaldırdı bizi yığıldığımız yerlerden...

Yine o tuttu ellerimizden...



ps.devamı gelecek
D.D.Y

6 Ekim 2010 Çarşamba

Multiple Myeloma(multipl myelom)KANSER...


























Önemsiz sandığımız bir sırt ağrısıyla başladı herşey...
Nunum(babam),herşeyim,ilk aşkım artık daha tahammülsüz daha güçsüz daha halsiz ve en kötüsü hep gülen yüzü daha keyifsizdi...Sırtı ağrıyordu,sık sık grip oluyor,kendini halsiz hissediyor,yediği hiç bir yemeğin tadını alamıyor.Ağzımın içi şap gibi diyordu sık sık.Gitmediğimiz doktor kalmadı.Kimi fıtık dedi,kimi böbrek taşı...Hatta böbrek taşını kırmaya kalkıştılar hiç gereği yokken,hastalığını korkunç biçimde hızlandıracak ilaçlar verdiler ve benim hayatımın anlamı nunumm bir ayda 15 kilo verdi,her geçen gün daha kötüleşti.Ellerimizden kayıp gidiyordu ve hiçbişey yapamıyorduk.
Sonunda bir doktor önerdiler ona gittik,bizden onlarca tahlil,sintigrafi ve daha bir sürü şey istedi.Babacığımın kalan son takatıyla yaptırdık hepsini,elimizde tahlil sonuçları,gittik muayehanesine doktorun.Giderken eller,dudaklar ve dizler titrer bi taraftan çünkü biliyoruz cidden ters giden birşeyler var.Ama üçümüzde de inanmak istemeyen bir taraf.İnsan konduramıyor sonuçta ne kendine ne sevdiklerine
Muayehane'de sıramızı bekledik babacığım çok hasta olmasına rağmen her zaman ki gibi bizi rahatlatmak için türlü şirinlikler yapıyordu.Bir tarafımız çok korkarken bir tarafımız reçetimizi alıp buradan çıkıp ilaçlarını içen babacığımızın eski sağlığına kavuşacağına inandırıyorduk.
Sıramız geldi doktorun odasına girdik,doktor bizi görünce yüzünde allak bullak bir ifade oluştu.Üçümüzüde oturttu,çok gergin olduğu her halinde belliydi.Söze nasıl başlayacağını bize nasıl anlatacağını bilemez bir halde elimizdeki sonuçlara bakıyordu.Aslında sonuçları bizden önce hastaneden almış hatta doktor arkadaşlarıyla konsültasyon bile yapmışlardı.sonradan öğrendik.Saçlarıyla oynuyordu,hmm şimdi şimdi diyordu ama arkasını getiremiyordu bi türlü.Sonunda "teşhisi koyamadık ama şüphelendiğimiz bir hastalık var emin olmak için yapılması gerekenlerde var ancak bizim şu anda hepsinden daha önemlisi yapmamız gerekenler var,çünkü durum pek içaçıcı değil.Sizi çok acil hastaneye yatırmalıyız."diyebildi...
Bakamadık birbirimize bir süre,insanın korkularıyla yüzleşmesi böyle birşeydi işte,hani o programlar var ya fear factor falan yalan hepsi,o an hissettiğim korkunun bir tarifi olamaz,eminim muadilide yoktur zaten.
Sonunda kafamı kaldırabildim babama bakabildim.Hayatımda ilk kez babacığımı çaresiz ve korkmuş gördüm.Darmadağın oldum.Hiçbir cevap veremedi ne yatarım diyebildi ne yatmam.Sadece ne zaman dedi.Doktor hemen şimdi dedi.
Kendisi GATA'nın doktoruydu.Sosyal güvencemizi sordu.Özel sağlık sigortamız var,aynı zamanda emekliyim dedi babam.Bize GATA'yı önerdi doktor.Fiziki koşulları özel hastane kadar iyi olmasada teknik kadrosunun çok iyi olduğundan bahsetti.Karar sizin dedi.Onlarca doktor gezip ilk kez sorunun cevabına bu kadar yaklaşmış bir doktor olduğundan güvendik kendisine GATA 'da yatmayı kabul ettik.Alelacele kalktı masasından hemen oda hazırlatım size dedi.
Odadan çıktı annem peşinden gitti,babamsa anlamsız ve çaresiz bakışlarla olayın çok dışından izliyorudu.Kalkacak,konuşacak gücü kalmamıştı.
Bende annemin peşinden gittim,doktor nöbetçi doktor arkadaşına acil yapılması gerekenleri sıralıyordu,onlarca tıbbi terim içinden anlayabildiklerimi seçip,neler olduğunu kavrayabilmek adına.Metastas şüphesi dedi anladığım ama anlamak istemediğim o kelimeyi duyar duymaz yıkılmıştı tüm ümitlerim,kolum kanadım kırılmıştı.Boğazıma koskoca bi rdüğüm yerleşmişti.Annemle göz göze geldik.Sustuk...
Doktor odamızı ayarlamış,nöbetçi doktora yapılması gerekenleri anlatmıştı,bize bu gece mutlaka hastaneye yatmamızı tembihleyebildi o da sustu...
Muayehane'den çıktığımızda üçümüz sokağa savrulduk,annem bi yana babam bir yana ben diğer yana.konuşamıyor bakışamıyorduk...Eve geldik.Onlar yukarı çıktılar ben aşağıda kaldım ve ilk kez ağladım hüngür hüngür ağladım...
Annemler hazırlandı,alelacele valizler hazırlandı.Önemli bişey yok,daha kesin değil,araştıracaklar du bakalım göreceğiz neymiş ne diilmiş sözleri eşliğinde hastanenin yolunu tuttuk.
Biz birbirine çok bağlı bir aileyiz bizden önce hastaneye teyzemler ve dayımlar gelmişti bile.Bizleri kapıda karşıladılar.Herkes birbirine sarıldı,İyi olacaksın dediler babama.Babamsa başka bir dünyadaydı...Duymuyor,Görmüyor,Konuşmuyordu...
Hastaneye yattık...
O gece erkek kardeşim kaldı babamın yanında,ben annemi alıp eve geldim.Hayatımın en zor gecesiydi,insan içi katılmış,ağlayarak uyanırmıymış.Uyanırmış.Uyandım...
Ertesş gün ve sonraki ve sonraki ve sonraki günlerce gittik GATA'ya babacığım 2 ay yattı GATA'da ölümün kıyısından kurtardılar onu,ne kadar teşekkür etsek azdır.20 gün boyunca 2000 test yaptılar babama bu süreçte iflas etmiş böbrekleri için diyalize girdi.Ona en çok diyaliz dokundu.Allah tüm diyaliz hastalarına acil şifalar bol bol sabır versin.Çok zor...
Sonradan anladık işi hastalığı öğrendikçe anladık ne kadar büyük bir badire atlattığımızı babamı o doktorun ölümün kıyısından kurtardığını.Referans değerleri 1,06 olması gereken kreatin değeri babam hastaneye yattığı gün 16,5'muş.Eğer o gece diyalize girip kanı temizlenmese komaya girecekmiş ve kurtuluşu yokmuş.
Sonradan öğrendik hepsini...
Önce tanıyı koydular 2000 testten sonra hiç isyan etmedi babacığım taa ki ilik örneği alınana kadar artık kaldıracak,dayanacak bu belirsilikle baş edecek gücü kalmadığından o gün ilk kez ağladı babacığım...biz yokken...anneme sarılıp ağladı...için için ağladı...
Teşhis kondu sonunda...Multiple Myeloma(multipl myelom)KANSER...

ps.devamı gelecek...
D.D.Y

2 Ekim 2010 Cumartesi

...25...

Hani derler ya geldi mi üstüste gelir diye...
Birebir uygulamalı olarak öğretti bana bunu hayat...
Henüz 25 yaşındaydım oysa...hazır değildim bu kadarına...
ama şimdilerde oldukça iyice biliyorum ki; insanoğlu aslında her duruma her acıya her üzüntüye her zorluğa hazır doğuyormuş...Belki buna derdi veren Allah dayanma gücünü veriyor da denebilir ama ben kodlarımızda halihazırda bulunduğuna inanıyorum her duruma alışma halimizin...ve başımıza gelmeden önce ben kaldıramazdım diye düşündüğümüz her durumu gayet başarıyla sırtlayabilme halimizin...
25 yaşında evli-ydim,kendi şirketim var-dı,kendi evim var-dı,kendi arabam var-dı,hesapsızca harcayacağım cüzdanım var-dı,sağlıklı bir ailem var-dı.
25 yaşıma girdiğimde gerçekten bunların hepsi var-DI...
Sonra bir anda sahip olduğum her şey arka arkaya ben ne olduğunu dahi anlayamaz bir haldeyken darmadağın oldu...
Önce henüz 1,5 yıllık evliliğim bitti...Tek başına kalan ben hiçbirşeye yetişemeyerek,büyük bir darbe almış olmanın verdiği bitkinlik ve sinmişlik ve hatta yenilmişlik hissiyle yanıp tutuşurken çok sevdiğim şirketim gitti...buna bağlı olarak evim arabam param pulum herşeyim gitti elimden...
Ama ben hala gülebiliyorken...Çoğu zaman bütün sevdiklerimi şaşırtırcasına tüm bunlarla kendi çabalarımla başaçıkabiliyorken...
Hayatın bana en gerçek en acı tokadı çarpıverdi yüzüme...
Tüm bu zor günlerimde,ve hatta doğduğum günden bu yana her düştüğümde beni kaldıran,gerektiğinde arkamda dimdik duran gerektiğinde önümde hayata karşı siper olan tek dayanağım...Şu hayatta ilk ve tek güvendiğim varlık BABAM'ın hastalığı...
Bu defa öylesine afallamış...öylesine aptallaşmıştım ki...
Bu defa diyordum...
işte bu defa başedemem...
KANSER'di çünkü...
Nasıl başedilebilirdi ki;
bu zamana dek ne çok sevdiğimi kaybetmiştim bu illetten...Kimseler başedememişti ki...
Biz nasıl başedecektik...
Hemde bu kadar yıkılmış,kaybetmiş,darmadağın olmuş bir yürek,ürkek,yorgun,kaybolmuş bir benlik ile...
Nasıl başedebilirdik bunca dertle...
D.D.Y